1-1: Aslında Her Şey Bir Kabus

2 0 0
                                    


Yol uzundu. Otobanda arabalar birbiri ardına sonsuzluğa doğru, en azından ufuk çizgisine kadar, sıralanıyordu. Yaşamak zordu, bir noktadan başka bir noktaya ulaşabilmek hayatın kendisinden de beter bir yüktü. Ama Midori için bu o kadar da büyük bir sorun değildi.

Rozu, canından çok sevdiği kadın, yanındaydı.

Arabayı Midori kullanıyordu. Rozu ise hemen yan koltuktaydı, ona gülümsüyordu. Cennet diyordu Midori içinden, cennet tam da böyle bir şey olmalıydı.

İnsanlar unutkan yaratıklardı. Yalnız, iki ayağı üzerine dikilebilmeyi bir maharet sanan ucube sürüsü gözünün önünde duran gerçeği her daim inkar ederdi. İnadına. Oysa... Oysa kafalarını gömdükleri çukurun dışına çıkarabilmeyi, yerin üzerinde de bir dünyanın yükseldiğini öğrenseler her şey değişirdi. Ama işte, esas kırılma noktası da buradaydı; bakmak ile görmek arasındaki fark devasaydı. Midori, hakikatin acımasızlığına inanıyordu. Çok ufak bir azınlık harici her birey iflah olmaz bir vakaydı. Aşk gibi bir gerçek bile ne kadar da uzaktı onlardan.

Onlar, aşka ne kadar yakın olduklarını düşünüyorlarsa aslında öyle uzaktaydılar.

Rozu... Rozu her şeyin üstündeydi. Rozu, alt edilemez bir varlıktı gözünde, ruhu inkar edilemez bir kristalliğe sahipti. Utanmasa, onu ilah edinip tapınacaktı. İnançsız yüreğine ancak ona duyduğu iman huzur veriyordu. Eğer bir gün Rozu yok olsa...

Derinlerden gelen bir çığlık sesi.

Midori ne olduğunu anlayamamıştı. Yer altlarında parçalanıyordu ve onun elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ancak arabaları takla atarken çığlığın kaynağının Rozu olduğunu kavrayabilmişti. Dünyanın sonu geliyordu belki de, ölümün de belirli bir vakti vardı belki de. Yanılsamalar ne de çoktu ölüme bu kadar yakınlaşmışken, oysa eninde sonunda varılan nokta gün gibi ortadaydı: Sonsuz, içi lağım çukuru gibi kokan bir gerçeklik.

Bu salınım elbette bir son bulacaktı. Ama ne yazık ki Midori bu işkencenin bitişine tanıklık edememişti. Dünya hızla can veriyordu ve o ne yazık ki ölecek kadar şanslı değildi. İnsanlık, farelerin dinozorlara kurduğunun benzeri bir hakimiyet kaybı yaşayacaktı anlaşılan. Ve Midori bunu gözleriyle izlemek zorunda kalacaktı.

Gittiği yere kadar.

Midori, baygın bir biçimde yerde yatıyordu. Etrafında bazı bazı asfalt kırıntıları vardı. Parçalanmış petrol artıklarının altından fışkıran toprağın kokusu ciğerlere doldukça insanlar bazı gerçekleri anımsayacaklardı. Hayat, Casanova'nın bedeninden süzülen bir haz zerresinden ibaret değildi. Hayat, bundan çok daha fazlasıydı ve mutlaka bir yerlerinde ölüm gizliydi. Ölüm de ölüm hani, kitlesel yokoluşların ardı arkası kesilmezdi.

Bu hep böyleydi. Ama insanlar bunu iyiden iyiye unutmuştu. İki dünya savaşı atlatılmıştı, Berlin duvarı yıkılmıştı, soğuk savaş bitmişti... Bir insan daha başka ne isterdi ki? Rüyalara dalmak... Tabii ya, en güzel düşlerin içerisinde yitip gitmek...

Lale Devri'nin en kötü yanı öyle, kimse sonuçlarına hazır değilken bitivermesidir. En azından, kötü kabusların da bitmek gibi bir huyu vardı.

Midori gözlerini tekrardan açtığında olan olmuştu, geri dönülemez sınır çoktan aşılmıştı. Midori dehşetle savrulduğu yerden ayağa sıçradı. Aklında yalnızca Rozu vardı, gözünün önünde yıkılan dünyayı da yardım çığlıklarıyla yeri göğü inleten insanları da duymuyordu. Tek umrunda olan şey Rozu'ydu.

Rozu'nun son çığlığı hala kulaklarındaydı. Nefes alamıyordu, havadaki tüm oksijen Rozu'nun korku dolu bağırtısına takılı kalıp ciğerlerini parçalamıştı. Sanki sürekli bir dikenli teli çiğneyip yutuyormuş gibi bir hali vardı. Günah, diye düşündü, zihinde öldürmek de günah. Rozu için üzülmemeliydi, cesedini görene değin o bir yerlerde mutlaka yaşıyordu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Oct 15, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Mavinin ÖtesiWhere stories live. Discover now