3

55 7 63
                                    

"Hwiyoung doğru mu bu?"

"Vay! Seni hiç çocuklu bir baba olarak düşünemiyorum."

"Fotoğrafı var mı ufaklığın?"

"Babası kim tanıyor muyuz?"

Son soru, buluştuğumuz kafenin dışında hava alan Inseong'un üzerinde olan bakışlarımı çekmeme neden olmuştu. Göz ucuyla Jaeyoon'a baktım, o ise endişeli gözlerle Inseong'u izliyordu. Hatta daha da ileri giderek onu teselli edebilmek için ayaklandı.

İşte o zaman, vücudumu ele geçiren sinir dalgasının esiri oldum ve masadakilere gülümseyerek döndüm. "Tanıyorsunuz!" dedim cüretkarca Jaeyoon'a bakarken. Jaeyoon da sözlerimle duraksamıştı. "Çocuğumun babası Lee Jaeyoon."

Herkes, şaşkınlık dolu fısıltılar eşliğinde Jaeyoon'a dönerken onun yüzü bir kızım olduğu muhabbeti geçtiğinden beri ilk defa bana dönmüştü.

O sırada neler olduğundan bihaber garson hazırladığı tatlı kutusunu bana uzattığında ona minnettarca baktım. Bunu bahane edip tüyecektim buradan. Hiç benim yapacağım hareketler yapmıyordum.

"Kızım için hazırlattığım tatlılar da geldiğine göre ben gideyim artık. Chu yokluğuma çok dayanamaz. Malum, babası beni terk edip en yakın arkadaşıyla evlenince hayatındaki tek ebeveyn ben kaldım, çok bağlı o yüzden bana." Ayaklanırken ödemem gereken parayı tabağımın altına sıkıştırmayı da ihmal etmemiştim. Kafeden dışarı çıkmak için Jaeyoon'un yanından geçeceğim sırada beni durdurmak için elini kaldırdığını görmüş, hemen tepkimi göstermiştim. "SAKIN!" dedim kendimi hızla geri çekerken. "Sakın bana dokunmaya kalkma!"

Uğultular eşliğinde kafeden çıkarken göğsüm son derece dikti, ta ki Inseong'u görene kadar. Tüm o gururlu, bombayı patlatıp kaçan gamsız hallerim son bulmuş, kalbimde ince bir sızı başlamıştı Inseong'un karnını tekrar gördüğümde.

İçerideyken yüzüme yapışan gülümsememi tekrardan takınmaya çalıştım, ne kadar becerebildiğim tartışılır. "Tebrikler." dedim, gözlerimi hâlâ onun karnından çekememiştim. "Kızım, bir kardeşi olacağına benden daha fazla sevinecektir."

Kapı hırsla açıldı, içeriden çıkan Jaeyoon hiç beklemeden kavuşturdu ellerini Inseong'un elleri ile. "Bugün yoruldun Inseong, gidelim." dedi, sanki ben hiç orada yokmuşum gibi, sanki benim ellerimde kızımıza aldığım tatlı yokmuş gibi...

Inseong ağzını bile açamadan ayak uydurmuştu Jaeyoon'a. Onlar uzaklaşırken elimdeki tatlı kutusuna baktım uzun uzun. "Neye şaşırıyorum ki?" diye mırıldandım kendi kendime. "Jaeyoon senin ellerini çoktan bıraktı, senin ellerinde Chu'dan başka bir şey olamaz."

Kafenin içindekilerin beni izlediğini bildiğimden o yana bakmadan ben de evime doğru yürüdüm.

Eve gidene kadar düşüncelerimde boğuldum. Jaeyoon'un gözünde sadece benim değil Chu'nun da değersiz oluşu canımı yakmıştı.

Henüz 'Babam nerede?' sorusunu soracak kadar büyümemişti ama bugüne kadar sorma ihtimali olduğunda, babasının yanında olmayışının sebebinin ben olduğumu bilecekti. Eğer haberi olsaydı, onu sevecek bir babası daha olduğunu düşünecekti ama yoktu... Jaeyoon kızımı da sevmemişti.

Kızımın yaşayacağı hayal kırıklığının düşüncesinde boğulurken yolu tamamlandığımın da anahtarım olmasına rağmen zili çaldığımın da farkında değildim.

Kapıyı açan kişinin Dawon hyung olduğunu fark edince düşüncelerimden sıyrıldım. Chu, ben evde yokken anahtar sesini bile duyar koşa koşa gelirdi beni karşılamaya. Niye gelmemişti ki zil sesine?

Chu |TaeHwi|Where stories live. Discover now