Bölüm 2

27 4 5
                                    

Başıma giren şiddetli ağrıyla gözlerimi zorlukla aralarken yüzümü yalayıp geçen soğuk rüzgâr ürpermeme sebep olmuştu. Yıldızların süslediği gökyüzünden bakışlarımı çekip çevreme bakındım. Sadece ay ışığının aydınlattığı otoban ıssızdı. Az önceki kazayı hatırlayıp dudaklarımı hüzünle ısırırken hareket etmek için kendimi zorladım. Başımdaki şiddetli ağrı o kadar büyüktü ki sanki kafatasımı soğuk betona bırakmıştım. Başımı kaldırmaya çalışırken acıyla inleyip sanki düşmek üzereymiş hissi veren kafamı tuttum. Arabamın arka bagaj kısmına tutunarak zorlukla ayaklanırken yardım isteyebileceğim birilerinin olup olmadığından emin olmak için bakışlarımı çevremde tekrar gezdirdim. Tepeden gelen sarı ışıkla biraz rahatlarken topallayarak o yöne doğru yürümeye çalıştım. Yaklaştıkça ağaçların arasındaki tek katlı kerpiç evleri görmüştüm. Burası küçük bir kasaba ya da köydü. Hemen sağ tarafta patika bir yol görüp zorlukla o yoldan yukarıya doğru biraz yürüyerek biraz sürünerek çıktım. Yola en yakın kasaba girişinde bulunan evin kapısına gelip kalan gücümle yumrukladım. Ama başım o kadar zonkluyordu ki, acıyla inledim. "Yardım edin!" Dudaklarımdan dökülen son söz bunlar olurken kendimi kapının önüne bıraktım. Saniyeler sonra açılan bir kapının sesini duymuş içeriden gelen sıcak hava yüzümü okşamıştı. Karanlığa hapsolurken son hatırladığım çam ağacının kokusuydu.

Yüzüme değen soğuk dokunuşla gözlerimi araladım. Karşımda belki de yetmiş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın elindeki ıslak bezi anlıma koydu. Burnuma değen sirke kokusuyla yüzümü ekşitirken nemli ellerini yanağıma getirip okşadı. Kaşlarım bu şefkatli tavır ile çatılırken konuşmak için dudaklarımı aralasam da kurumuş boğazım izin vermedi. Anlamış gibi elini enseme getirip başımı hafifçe kaldırarak kuru dudaklarımdan birkaç damla suyun geçmesine yardımcı oldu. Başımı tekrar yastığa koyduğunda zorlukla yutkunup konuştum. "Neredeyim?" İfadesiz yüzüyle birkaç saniye gözlerimin içine bakarak dudaklarını birbirine bastırıp yine ellerini yanağıma getirdi. Sanırım bu dokunuşa şimdiden alışmıştım. "Ateşin dinmeye başlamış yavrum. Biraz daha uyu sonra konuşuruz, yorulma" diyerek ayaklandı. İtiraz etmek için dudaklarımı aralamaya çalışsam da gözlerim bana inat kapandı. Sonrası hatırladığım kesik olan anılardı. Ara sıra burnuma değen aynı çam kokusuyla içim huzurla dolarken bazen aralık gözlerimden kocaman gövdeye sahip birinin başucumda oturduğunu görür gibi olurdum. "Saçları çok güzelmiş" Saçlarıma değen küçük dokunuşlarla yüzüm buruşurken mırıldanmaları daha net duyar gibi olmuştum. "Uyanacak Bibi ninem kızabilir." Homurtuyla konuşan küçük kız ile gözlerimi aralarken buğulu gözlerim ile gözlerimi kapatıp tekrar açtım. "Bak uyandı!" pencereden sızan ışık yanımdaki küçük bedeni gölge gibi gösterirken boğuk ürkütücü bir sesle irkildim. "Çocuklar ne işiniz var sizin bu odada?" Kıkırdama seslerine eşlik eden koşma sesleri takip ederken odayı bir an da ölüm sessizliği kapladı. Bakışlarımı odada gezdirmeye çalışırken aynı ses konuştu. "Sakın yataktan kalkma Bibi'yi çağıracağım." Diyerek uzaklaşan ayak seslerini takip ettim. Hayal meyal gördüğüm büyük gövdenin sahibi olduğunu, aynı geniş sırta sahip olmasından anlamıştım. Baş ağrısına eşlik eden eklem ağrılarım çok fazla hareket etmemi engellediği için kalkamıyordum. Bir süre sonra başka bir gölgenin varlığını hissettiğimde başımı o yöne çevirip yaşlı bir kadın ile göz göze geldim. Sıcak bir gülümseme ve aksak yürüyen bacakları ile dibimde bitmiş göz kapaklarımı zorlayarak harelerime bakmıştı. "İyisin" Rahatlamış bir ses tonuyla konuşsa da yüzünde anlayamadığım bir hüzün vardı. "Neredeyim ben?" diye zorlukla sorduğumda elindeki su dolu bardağı ensemden tutup kaldırarak birkaç yudum içirdi. Derin bir nefes alıp yüzüme baktı. "Köyümüzdesin" Dışarıdan gelen çocuk seslerine yüzünü buruşturdu. "Burada güvendesin merak etme" Şefkatli bir sesle konuştuğunda sertçe yutkunmaktan kendimi alamadım. Zira sanki neler yaşadığımı ve içimdeki fırtınaları biliyor gibi teselli etmeye çalışıyordu. İçimi okuduğundan korkarak bakışlarımı kaçırdım. Kaçmak ve saklanmak isteyen tarafım ile savaşıyordum şimdi. Sırtıma sürdüğü karışım ile bedenimi düzeltip ayaklanırken "Telefon edebilir miyim?" diye sordum bir çırpıda. Sırtı bana dönük yaşlı kadının gergin omuzları içimde garip bir hisse evrilince tereddütle bedenini bana döndürdü. "Burada telefon yok" Bana tuhaf gelen bu duruma anlamsız bakışlar attım. "Sabit bir telefonda mı yok? Mesela, köylerde muhtarda olur." Diyerek çare üretmeye çalışırken daha da tuhaf bir şey dudaklarından dökülmüş içimi bir korku sarmıştı. "Bizde muhtarda yoktur" Ya bu kadın çok yaşlı olduğu için hafızasında sorun vardı, saçmalıyordu. Ya da yalan söylüyordu. Ama neden? "Daha aklı başında biriyle konuşabilir miyim?" diye sordum sinirli çıkan sesime hâkim olamayarak. Yüzünde oluşan gözle görülür kırgınlıkla çoktan pişman olmuş olsam da olan olmuştu. Başını belli belirsiz olumlu anlamda sallayıp odayı terk etti. Sonra bacağımdaki sarılan yaraya bakıp gözlerim dolarken kendime kızdım. İçeriye giren başka bir bedenle umutlu bakışlarımı üzerine diktim. Büyük gövdeye sahip adamın kalın kaşları, çatık aynı renk gözlerinde karanlık bir ifade hâkimdi. "Buyur!" dedi öfkeli soğuk bir sesle. O kadar soğuktu ki, sıcacık odada buz kesmiştim. Hâlbuki yarım saat önce duyduğum sesi daha yumuşak ve anlayışlıydı. Belli ki yaşlı kadın sert tavrımdan bahsetmişti. "Telefon etmek istiyorum" dedim bende aynı sertlikle karşılık vererek. Tamam, yaramı sarıp beni iyileştiren kadına ayıp etmiştim lâkin buna ne oluyordu. Ben tanrı misafiri, üstelik korkmuş yaralı bir kadın değil miyim? Dişlerini sıktığını kasılan çenesinden anlarken yutkunmadan edemedim. Zira beni parmağının ucuyla bile diğer tarafa postalayabilirdi. "Yok telefon!" Öfkeli sesiyle söyleyip arkasını dönerken biraz şaşkınlık biraz kızgınlıkla kendimi tutamadım. "Ne demek yok! Dağ başımı burası?" Bedenini aniden döndürüp öfkeden büyümüş gözleri ile baktı. "Evet! Dağ başı burası. Susup otur, iyileşince de bir an önce defolup git!" diyerek öfkeyle soluduğunda gözlerimin dolmasına engel olamadım. Buğulu gözlerimi görüp sıkıntılı bir nefes vererek anlını ovuşturdu. "Bak; yaralı bir şekilde kapıma geldin, yardım istedin. Ben de eve aldım, Bibi'den yardım istedim. Yaralarını sardı, nihayet iyileştin ve uyandın. Ama bizim burada bir düzenimiz var, kendi halimizde geçinip gidiyoruz. Dışarıdan gelen bir yabancı için de bunu bozmayız." Haklılık payı elbette vardı. Fakat ondan düzenini bozmasını isteyen olmamıştı. Bu yüzden düşündüğümü söylemekten de çekinmedim. "Sizden böyle bir şey isteyen de olmadı. Sadece telefon istiyorum. Ailem beni merak etmiştir." Alaylı bir tebessüm dudaklarında can bulduğunda rahatsız olmuştum. "Burada telefon yok! Bu da düzenimizin başka bir parçası" dedi imalı bir tavırda ve sakin bir tonda devam etti. "Yani, ailen daha fazla endişelenmeden; bir an önce iyileş ve git" diyerek varlığı ile doldurduğu büyük bedenini dışarı çıkardı. Zaten beni merak edecek bir ailem yoktu. Sadece birilerine ne yaşadığımı, bir gecede hayatım nasıl tepetaklak oldu anlatmak istiyordum. Zorlukla kaldırdığım sırtımı yatağın bütünleştiği duvara yaslarken boğazımdaki yumru ve yalnızlık hissiyle baş başa kaldım.

GriWhere stories live. Discover now