okyanus mavisi ve yakut kırmızısı

570 62 36
                                    

tüm ada bu gece kraliyet ışıklarıyla aydınlanıyor.

gecenin sert karanlığı soluyor kırmızı, mavi ve yeşil ışıkların içinde. yaz gecelerinin serin havası gezintiye çıkmış gökyüzünde. konukların hepsi müziğin ritminde nahif haraketlerle dans ediyor.

kralın gözü gibi baktığı, kendinden bile esirgediği kızıl prens sarayın balkonunda aşağıdaki daveti izlerken ışıklardan gözlerini alamıyor. onu ara sıra kontrol etmeye gelen babası, aşağı inmek isteyip istemediğini sorduğunda gülümsüyor. "her şey yukarıdan daha iyi gözüküyor, kralım."

güzelliği herkesin dilinde gezinip duran kızıl prens, tahtın tek varisi. krala, canından çok sevdiği eşinin emaneti. bu zamana kadar yüzüyle en çok konuşulan prens. o kadar güzel ki, evleneceği kadın kim olursa olsun onun yanına yakışmayacağını herkes biliyor.

oysa kızıl prens, genç bir ere vurgun.

onu ilk defa, babasıyla orduyu teftişe gittiğinde görmüştü. diğer erlerden yapılı vücudu ve daha uzun olan boyuyla dikkatleri hemen kendine çekebiliyordu. ancak prens onun yüzüne aşık olmuştu. birkaç sefer daha karşılaşmışlardı, saygı çerçevelerine hapsolmuş kalıplarla konuşmuşlardı. prens onu kuytu köşe bir yerde öpene kadar, aralarında hiçbir şey yoktu.

gözleri erini arıyor kızılın. sıkı sıkıya tuttuğu korkuluklara güvenerek eğiliyor, gösterişli bahçenin içerisine bakınıyor. orada olsa bile bu yükseklikten onu nasıl geçeceğini düşünüyor bir yandan da. beklediğine oranla çok zor olmuyor onu bulması, başındaki şapkayı birkaç dakikalığına çıkardığında ışıklar sayesinde netçe görebildiği siyah bukleler ona yardımcı oluyor.

balkondan ayrılıyor. en hızlı şekilde terk ediyor sarayı. dillerden düşmeyen, kralın göz bebeği olan prens rastgele bir erin bendesi olmak istiyor içten içe. günaha çekiyor şeytan onları, yasak olana çekiyor.

kimseye görünmeden bahçenin en ücra köşesinde birikmiş askerlere adımlıyor. prensi gören erler saygıyla eğiliyor. otoriter sesiyle konuşmaya giriyor. "beni christopher ile yalnız bırakın."

christopher, prensin gönlünü kaptırdığı genç er. fransız kökenli olmasına rağmen ingiltere'de yaşamını sürdürüp genç yaşında askeri birliğe girerek bu adanın ordusuna katılan er.

"sana geldim." diyor en acınası haliyle prens. "benden olmaya geldim christopher. ayaklarına kapanmaya, seni sevmeye geldim."

"prensim.." christopher için her şey çok daha imkansız. prensten aldığı öpücük, öpücükler, onu sevmesi ve prens ile ilgili birçok şey imkansız geliyor. bizzat yaşamış olmalarına rağmen.

"minho, yalnızca minho de bana." tek elini sıfır korkuyla erin yüzüne çıkarıyor kızıl. içinde biriken aşka engel olamıyor. tekrar öpmek istiyor genç eri. yakalanmak, ölüme gitmek umurunda olmuyor o an için.

"olmaz minho." diyor onun isteğine uyarak. "senin gibi efdal bir insanı, benim gibi basit bir ere yazmaz kader. ayrıca yasaktır, bilmez misin kuralları?"

kadere, kurallara küfürler ediyor minho. onu sevdiğinden ayıran ne varsa lanet ediyor varlığına. okuduğu lanetlerin geri dönüşü olan rüzgar saçlarını dağıtıyor. parmakları, hemen altındaki soğuk tende gezintiye çıkmak istermiş gibi hareketleniyor. ömründen eksilen her bir saniye daha da aşık oluyor, kalan tüm saniyelerinde onu daha da çok sevmeye yemin ediyor.

renkli ışıklar ulaşmıyor durdukları kısma. christopher'ın mavi gözlerini ışık belliyor. yalvarırcasına bakıyor mavilere. yolumu göster bana okyanus mavisi, der gibi hatta.

"seni bekleyeceğim," minho'nun gözleri yasak kılınan aşkları için ağlıyor. "güneş doğarken, gözlerini kıskanan denizin mavisinde." diyebiliyor sesi titrerken, christopher'dan uzaklaştığı sırada.

o gece, minho hiç uyumuyor. uyuyamıyor. sevdiği er çıkmıyor aklından. gözlerini her kapadığında, christopher'ın mavilerinde boğuyor aşk onu. christopher okyanus mavisinde hayat buluyor, lee minho yakut kırmızısı..

ciao, amore✓Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum