13. BÖLÜM: Gerçekdışı Rüyalar

96 27 22
                                    

Lütfen satıriçi yorumlar bekliyorum. Böyle yazmak pek bir sıkıcı oluyor ve heves kaçıyor, bilin istedim. 

Nefes nefese uyandım uykudan. Gözlerim çıldırmış gibi karanlıkta gezinirken, içgüdüsel olarak bedenimi kontrol ettim. Hayır, bu bendim, Lian Wen. Çok nadir olarak kâbuslar gördüğüm olurdu. Ama bu bir kâbus değildi, hayır. Bazen uyarıcı ya da hatırlatıcı rüyalar da gördüğüm olurdu her insan gibi. Ama gördüğüm rüyanın bu kez iki seçenekle de alakası yoktu. Buna adım kadar emindim. Gördüğüm kadın ben değildim, kesinlikle ben değildim. Ama o kadında bana tanıdık gelen bir şeyler olduğunu hissediyordum.

"Prenses?"

İç çekip gözlerimi yumdum. Evhamlı annem haklı olarak küçük bir kriz çıkarınca Dük Kastil oğluna önemli bir görev vermişti. Yıldırım Süvarileri sadece konağın dışında değil, odamın dışında, neredeyse ensem kadar yakınımdaydı.

"İyiyim!" dedim kim olduğunu bilmediğim savaşçıya. "Sürahi boşalmış, birini gönderebilir misiniz lütfen?" Hızlı soluklar, rüyanın etkisi boğazımın kurumasına sebep olmuştu.

"Emredersiniz, Prenses Wen!"

Başkasıyla konuştuğunu duymadığıma göre dumanla haberleşiyor olmalıydılar. Kendi kendime kıkırdadım. Saçma espri yapabildiğime göre iyiye gidiyordum. Yataktan çıktım ve üzerime tilki yününden yapılmış pelerini aldım. Sönmüş mumlardan iki tanesini yakıp odayı aydınlattım. Bir daha uykuya geri dönmeye niyetim yoktu. Kapının ardından biri kibarca seslenince girmesini istedim.

Savaşçı içeriye girdi, gözlerini benden başka her yere kaçırarak beni selamladı. Yıldırım Süvarileri benimle bilhassa göz teması kurmaktan çekiniyor gibiydiler. Nedenini bilmiyorum, oysa çoğunlukla hayran bakışlar yakalardım. Savaşçı sürahiyi masanın üzerine koyup izin mırıldanarak dışarı çıktı. Bir bardak su içtikten sonra odada kalmak istemedim. Dışarıya çıktığımda kapının hemen önünde nöbet tutan savaşçıyla göz göze geldim.

Çekinerek "Prenses bir şeye ihtiyacınız mı var?" diye sordu.

İç çektim. "Biraz yürüyüşe, evet."

"Bu gece ayaz var, Prenses Wen. Sanırım hasta olacaksınız" dedi ben basamaklardan inerken. Ama peşimden beni takip etti.

"Soğuk zihni sakinleştirir, Savaşçı. Her varlığın zihninde zincire vurulmuş canavarlar vardır. Ve o canavarlar bazen tamamen hissizleşmeye ihtiyaç duyarlar."

Bir şey söylemedi ama söylediklerimin onu düşündürdüğüne emindim. Bir süre yavaş adımlarla bahçeyi gezdik. Sonra nasıl olduysa ayaklarım beni eğitim alanına götürdü. Bir süre durup sadece bu alana baktım. Sonra alanı izleyen çardağa doğru ilerledim.

"Gün doğumuna ne kadar süre var, biliyor musunuz?"

Ani soru karşısında Savaşçı irkildi. Cevap vermek üzere dudaklarını aralamıştı ki onun yerine bir başkası cevap verdi: "Yaklaşık olarak 3 saat var, diyebiliriz." Savaşçı geri çekildi, Faith karanlık gölgeler arasından çıkageldi. "Prenses gün doğumunu izlemek istiyorsa, ona eşlik etmekten mutluluk duyarım."

İstemeden yüzümde tebessüm oluştu. "Biraz çay iyi olurdu."

"Ve hafif atıştırmalıklar, değil mi?" diyerek cümlemi tamamladığında bu kez neredeyse ağzım kulaklarıma varacaktı. Yanımızdaki Savaşçı gizli bir emir almış gibi ortadan kaybolurken, Faith çardağa girip karşıma oturdu. "İyi misiniz?" diye sorduğunda gülümseyişim söndü.

Savaşçılar ona kâbus gördüğümü söylemiş olmalıydılar. "İyiyim, General. İlginiz için teşekkür ediyorum."

"Siz, general deyince neden kulağa hakaret gibi geliyor?" dedi yarı kızgınlıkla. Gülücüğümü zor bastırdım, biraz haklı olabilirdi. "Prenses bana karşı dürüst olabilirsiniz."

Kaplan ve EjderhaWhere stories live. Discover now