Ben ise olduğum gibi kalakalmıştım. Yanağıma değen yanağının sıcaklığı damarlarıma karışmıştı oradan sanki. Tüm bedenim sıcak kan dolaşıyormuşçasına ısınmıştı. Başımı iki yana salladım. Ellerimi cebime sokup derin bir nefes alarak soğuk havayı ciğerlerimde birkaç saniye hapsettim.

Ardından adrese tekrar bakıp yoldan birkaç kişiye sordum fakat bilen olmamıştı. Koskoca İstanbul'un koskoca semtinde bir dönerci arıyordum. Vay be.. Sağıma dönüp uzunca olan iki esnaflar sokağına baktım. Birinden birine girmem gerekiyordu.

Küçükken annemle oynadığımız bir oyun vardı. Bir kart oyunu. Genellikle saklambaç oynarken kimin ebe olacağını seçerken oynardık bunu. Bu oyunda arkası dönük kartlardan üzerinde palyaço olanı bulan ebelikten kurtuluyordu. Bir gün kart seçme sırası bendeyken elimi önce bir kartın üzerine koydum fakat açmamıştım. Kararımı değiştirip diğerine dokunduğumda annem elimi tutmuş ve açmama engel olmuştu.

'Her zaman ilk aklına geleni seçmelisin.' dediği kulaklarımda yankılanınca gözüm sağ taraftaki yola kaydı. Kesinlikle ilk aklıma gelen yoldu. Göklerden beni izleyen annemin kutsal ruhunun uğuruna inandım ve ilk o yola girdim.

Yol boyu farklı farklı dükkanlar kafeler lokantalar vardı. Arada bazılarına uğruyor eleman arayıp aramadıklarını soruyordum sonra da elimde ki adresi gösterip tarif etmelerini istiyordum. İçlerinden birisi dükkanın yerini bildiğini söyleyip tarif ettiğinde iş aramayı da bırakıp doğrudan tarif yönünde ilerlemeye koyuldum.

Adımlarımı atarken bedenim garip bir şekilde gerilmeye başlamıştı. Her attığım adımda sanki kardeşime gidiyormuş gibi heyecanlanıyordum. Hani bacaklarınızdan yukarı bir uyuşma çıkar karnınızda bir boşluk var gibi hissettirir ve ciğerlerinize geldiğinde nefesinizi keser ya.. hah.. öyle bir his işte..

Hani bazı yaralar vardır.. Dışı kabuk bağlasa da içi yanar. İçim yanıyor.. Hissediyor musunuz?

Aklımın kalbimi zorladığı düşüncelerini uzaklaştırıp karşımda ki 'Şükrünün Yeri.' yazılı dükkana baktım. İstemsizce yüzümde bir gülümseme oluştu. Dükkan çok küçük ve boştu. İçeride beyaz önlük giymiş göbekli bir adam duvarda monteli ufak plazmasından program izliyordu.

Ellerim terledi dışarıda ki soğuğa rağmen. Sendeleyen adımlarla içeri girdim. Botumun parkede çıkardığı ses adamın bana dönmesine sebep olurken yutkundum.

"Buyur kızım." dedi adam pekte iyi hissettirmeyen bakışlarıyla. "Paket mi olsun burada mı yersin?" diye sordu direk. Birkaç saniye donakalmış adamı izledim. "Kızım?" dedi adam tekrardan sorarcasına bakarken.

"Şey, ben.. Ben aslında birini sormak için gelmiştim. " dediğimde kaşları biraz çatıldı. Müşterisi olmadığımı anladığı için bozulmuş olmalıydı. Adamda hoşuma gitmeyen garip bir ifade vardı.

"Kim?" Sesi deminkinden ciddi ve tedirgin çıkmıştı. Benimde kaşlarım çatıldı. Sadece saklayacak bir şeyleri olan insanlar daha ne sorulacağını bilmeden böyle tepki verirlerdi. Huylanmıştım.

"Necdet OLCAY." dedim bir adım daha içeri atarken. "Sizin yetiştirme yurdunda çalıştığınız dönemlerde müdürlük yapmış. Nerede yaşadığını biliyor musunuz?"

"Nerden biliyorsun benim orada çalıştığı mı? Ne yapacaksın Necdet ile?" diye tedirgince yönelttiği sorular iyice şüphelenmeme sebep oldu.

"Bakın.." dedim iyice içeri yaklaşırken. Bu adamın bir şeyler bildiğinden neredeyse emindim. "Sizi hatırlamıyorum ama sizin orada çalıştığınız dönemlerde bende o yurtta kalıyordum. Kardeşim ile birlikte gelmiştik. O henüz çok küçüktü ve direkt evlatlık verildi. Fakat hiçbir dosyası yok. Bu yüzden müdüre ulaşmam gerek. Sizin yerini biliyor olabileceğinizi söylediler. Nerede biliyor musunuz?" Sesim biraz sert çıkıyordu. İstemli gerçekleşen bir durum değildi.

Kaşları havaya kalktı adamın. "Kimsen yok mu yani senin?" diye sordu söylediklerime aldırış etmeyerek.

"Soruma cevap verir misiniz?" diye sordum üzerine bastıra bastıra.

Bakışlarıyla vücudumu bir süzdükten sonra elini sakallarına götürdü ve sıvazladı. Tiksinç herif, görüntüsü bile midemi bulandırıyordu şu an. O kadar rahatsız edici bir bakışı vardı. Başka zaman olsa suratına yumruğu geçirirdim fakat şu an onunla işim vardı.

"Bir düşüneyim.." dedi uzatarak ve etrafta dolanmaya başladı. "Uzaktan ahbabım olur. Uzun zamandır görüşmüyoruz ama numarası olacaktı telefonumda." dediğinde gözlerim parladı.

"Gerçekten mi?" diye sordum sevinçle.

"Telefonum arka tarafta." dedi başıyla arkasındaki kapıyı işaret ederek. Küçücük bir yer gibi görünüyordu. "Gel de vereyim sana numarayı." dediğinde arkasını döndü ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

Başta tedirgin olsam da adama gelmem diyerek huylandırmak istemedim. Sonrasında sinirlenip numarayı vermeyebilirdi ve ben bunu göze alamazdım. Yavaş adımlar onu takip ettim. Kapıdan içeri girdiğinde girdiği yerin camsız ve karanlık olduğunu görmüştüm. Kapının hemen yan tarafına geçmiş başını eğerek bir şeye bakıyor gibiydi. Kötü bir koku içeriyi kaplamıştı. dükkanı hiç hijyenik değildi. İnsanlarda bunu fark etmiş olacak ki sinek avlıyordu.

Yanına kadar gelip kapının sınırında durduğumda elinde telefonuyla uğraşıp numarayı aradığını gördüm.

"Yaşlılık." dedi bakmaya devam ederken. Kendi kendine söyleniyor gibiydi. "Gözüm görmüyor kızım. Şuna sen bakar mısın?" diye sorduğunda içeriye bir adım daha atıp elindeki telefonu aldım.

Hızlı bir şekilde Necdet yazıp arama tuşuna basacakken ensemde hissettiğim yoğun bir acıyla kendimi yerde buldum. Bağıramamıştım.. Ensemin acısı beynimi uyuşturmuştu. Sadece acı bir nefes vermiştim. Birazda gözlerim kararmıştı ama bilincim yerindeydi. Ellerimde karıncalanmalar hissediyordum. Midemin bulandığını ve içimin yandığını hissediyordum.

Karşımda ışık vuran kapının önünde duran Şükrü denen adamın pis gülüşünü duyabiliyordum. Ellerimden destek alarak kalkmaya çalışırken adamın kapıyı kapattığını gördüm. Etraf tamamen kararmıştı. Sonrasında bir loş kırmızı ışık aydınlattı etrafı. Eski gece lambaları gibiydi tıpkı.

"Bugün şanslı günümdeyim" dedi karşımdaki adam. Elleriyle sakallarını sıvazlıyor bana bakıyordu. "Benim için yaratılmış gibisin." dediğinde damarlarımdan akan kan çekilmişti sanki. Sinir hücrelerim beynimin uyuşukluğuna rağmen aktifken ne yapacağımı düşünüyordum.

Aklıma o an Emir'in bana verdiği telefonu geldi. Arka cebimdeydi. Kollarımı biraz kontrol edebilsem herhangi birinden yardım isteyebilirdim. Ama adam dizlerinin üzerine çökmüş ve bana doğru eğilmeye başlamıştı.

Yüzünü yüzüme yaklaştırırken midemin bulanmasıyla adamın yüzüne tükürdüm. "Uzak dur benden.." diyebildim güçlükle. Dilim bile uyuşuktu sanki.

Eliyle yüzünü sildi. Sırıtıyordu insanı çıldırtacak şekilde. Hiçbir cevap vermeden öylece beni izledi. Ayaklarımın üzerine oturduğunda ağırlığının verdiği acı ile inledim. Gülümsemesi sesli bir hal almaya başladı. Korkunç bir yüz ifadesi loş ışıkta bile seçiliyordu. Kendimi çaresiz hissettiğimin gücümün bittiği bir andı.

Pat diye açılan bir kapı sesi ve arkasından odaya dolan gün ışığı.. Birisi gelmişti.. Gözlerim kamaştığından göremiyordum ama birisi beni kurtarmaya gelmişti..

"Zürriyetini sikerim senin orospu çocuğu!" diye bağıran sesi duymamla kalbimin teklemesi bir oldu. Emir'in sesi babamın sesini duymuşçasına beni sevindirirken ağırlık üzerimden kalktı ve Emir onu tutup duvara savurdu.

•••

Yorumlarınızı alayım??

Kurgu nasıl ilerlecek bir tahmininiz var mı?

TEHLİKELİ İNTİKAM Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ