20✼

35 4 0
                                    

Sapphire,

Fedor'a karşı takındığım sert tavrın üzerinden üç saat geçmişti. Kraliyet Tiyatrosu son bulduğunda rahat bir oh çektim. Benim için uzun ve soluksuz geçmiş gibiydi. Locadan çıktığımda hatta bana baş eğen davetlilere gülümsediğimde bile aklımda o anı takılmıştı. Sanki o anda zaman durmuştu ve şu an olan her şey ise çok puslu bir hayaldi.

Ya da hayalle gerçekleri karıştırmışımdır. Bu düşünceye kendimce gülerken önümde konuşmakta olan lord sohbetini eğlenceli bulup göğsünü kabarttı ve daha çok konuştu.

At arabasına kendimi attığımda az önceki lordun çenesinden kurtulduğuma halen inanmıyordum. Camı açıp nefes almaya çalışırken araba harekete koyuldu.

Geleceğimi nasıl inşa edeceğim üzerinde kurduğum planlarla süslü bir yolculuk sona erdiğinde uşak kapıyı benim için açmıştı. At arabasından onun elinden tutarak inip önümdeki kocaman saraya ve baş eğen hizmetçilere baktım. Sonra ansızın etrafımı saran hain bir soğuk bana buraya ait olmadığımı hatta buraya ait olduğumu düşündüğüm zamanlarda daha çok buraya ait olmadığımı hatırlattı. Sanki Fedor'a karşı baş kaldırışım gözlerimin karşısındaki sahte bir perdeyi sökmüştü. İşin garip tarafı, diye düşünerek kapıya doğru yürüyordum. İşin garip tarafı o perde hep transparandı. Transparan bir perdede bile insan önündekileri değil de görmek istediklerini görebiliyordu işte...

Basamakları çıkıp büyük kapıya yaklaştım. Hizmetçim benim için kapıyı açtığında koridor kadar ışıklı oda bile içimdeki karanlığı yıkamadı. Oysa eskiden gerçeklerden kaçmak için küçücük bir mazeret bile bana yetiyordu.

Kanepeye yayılıp ayakkabılarımı çıkardığımda kapı çaldı. Hevesle çalan kapı aklımda kimin geldiğine dair bir fikir oluşturdu. "Gel", dediğimde topuklularımı yeniden giyinme zahmetine girmedim.

İçeri geçen Phaedra baş eğdi. Evet, Phaedra. Başka kim yanıma gelirken bu kadar neşeli olabilirdi? Onun reveransını izlerken boşanma sonrasında benimle gelmek isteyip istemeyeceğini, düşündüm. Ne de olsa bir leydiydi ve onurunu artırmak için imparatorluk çalışanı olmuştu. "Kraliçem, karşınızda baş eğiyorum." Başını kaldırdığında suskunluğumu ve düşünceli gözlerimi gördüm. "Mazur görün ama ne düşünüyorsunuz?" Gözlerini kısmıştı.

"Seni kendimle götürüp götürmeyeceğimi."

"Nereye?" Gözleri kocaman açılmıştı.

Derin nefes alıp düşünceli gözlerimden kurtulmak için kafamı sağa sola salladım. "Prenses nerede?" Öne eğildim.

"Saraya sokmam imkânsız olduğu için..." Çekinerek konuşuyordu. "...malikanemize götürdüm."

Kaşlarımı aniden kaldırmıştım. "Prenses kontun malikanesinde mi?" Phaedra'nın babasının Ateş İmparatorluğundan nefret ettiği cümle cihana belliydi. Özellikle de Ateş ordusuna karşı savaşmış ve bu savaşta bir ayağı sakat kalmış generalden bahsediyorsak Akathi'nin hayatı tehlikedeydi.

"Bunun delice olduğunu biliyorum, kraliçem." Ellerini gergin bir şekilde kavuşturup parmaklarıyla oynarken bana bakıyordu. "Fakat zamanımız çok azdı ve oraya koymaya karar verdik." Çok hızlı konuşuyordu. "Saraya sokmamızın imkânı yoktu! Şimdi yanında güvendiğim bir hizmetçi var!"

"Bir dakika bekle..." Kelimelerine varabilmek için gözlerimi kırpıştırıyordum.

"Ve-"

"Bir dakika!" Hızla ayağa kalktığımda sustu. "Neden çoğul konuşuyorsun?" Vücudumu hafif sağa çevirdim.

"Ben... yani..." Gözlerini kaçırıp bir süre yanıt aradı. "Yani aslında bilmeniz gerekiyor." Bana baktığında durgundu. "Sonuçta sizin düşmanınız değil." Cümleleri kendi aklından geçenlerin yansımasıydı. "Ateş lorduyla karşılaştım ve peşimize takıldı."

Lanet - Kristal TaçWhere stories live. Discover now