57-) "Ölüm Meleği."

Start from the beginning
                                    

Ben böyle cevapsız sorularla boğuşurken Gökhan'ın arabasının farları gözümü aldığından ötürü onun çoktan arabadan indiğini göremedim bir anlığına ama birkaç adım sonra farın etki alanında çıkmış ve dolaşarak eve doğru koşar adımlarla yanaşmıştı. Başından beri tek gelmesine ihtimal vermediğimden kendimi kesin bir kaosa hazırladığım için bu hamlesiyle afallamıştım doğrusu, aklında ne olduğunu bilmediğimden bir türlü odaklanamadım şu ana ve ne yapmam gerektiğine.

Evin dış kapısı açıldı ve Gökhan'ın heybetli vücudu göründü. Dışarıdan gelen ışığın aydınlattığı kadarıyla seçilebiliyordu içerisi, Gökhan da bir anlığına beni göremeyip, ''Dolunay?'' diye seslendi ama içeriye girince benim cevap vermeme gerek kalmadan beni gördü, büyük birkaç adımda yanıma varıp hiç beklemediğim bir hareketle kollarını etrafıma doladı.

Donakaldım birden.

Vücudumu sımsıkı sararken ve beni göğsüne doğru bastırırken aklımı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Nasıl bir taktikti bu? Adı her neyse artık, işe yarıyor olmalıydı ki beni hazırlıksız yakalamış, şaşırtmıştı. Yine de o bana sarılırken taviz vermedim ve kollarım iki yanımda öylece hareketsiz bir şekilde sarkarken onun, ''Sen iyi misin?'' sorusuna da, ''Evet,'' diye cevap verdim sakin bir şekilde. Basit bir ilginin ayağımı yerden kesmesine izin vermeyecektim elbette, şefkate olan eksikliğimden yararlanmaya çalışıyordu muhtemelen.

Kollarını benden ayırdıktan sonra omuzlarımdan tuttu beni, yüz yüzeydik, pencereden yansıyan ışığın aydınlattığı kadarıyla yoğun, çökük ve çokça da endişeli bir ifade seçebiliyordum onda. ''Neler olduğunu anlatacak mısın?'' dediğinde kendimi çok rahatsız hissettim onun karşısında. Nasıl bu kadar iyi aptal rolü oynayabildiği hem aklımı karıştırmış hem de midemi bulandırmıştı.

Ben bir cevap vermeden öylece yüzüne baktığımda kaşları çatıldı, ''Kötü bir şey mi oldu?'' diye sordu. ''Kavga mı ettiniz? Yekta'yı aradım ama ulaşamad-''

Gözlerimi devirmekten kendimi alıkoyamadım ve omuzlarımdaki ellerinden kurtulabilmek için birkaç adım geriledim. ''Sana Yekta'yı aramamanı söylemiştim,'' diye mırıldandım bozulduğumu belli edecek bir şekilde ve bu onu daha da meraklandırdı. ''Dolunay,'' derken aramızdaki mesafeyi kapatmak adına yaklaştı ama aynı şekilde geri adımladığımda kaşları şaşırmış bir imayla havalandı. ''Neler oluyor?'' Kafası çok karışmış gibi görünüyordu.

Ona bakarken, ne kadar inandırıcı rol kestiğine şahit olurken düşünebildiğim tek şey bunu ne kadar uzun süredir yaptığıydı. Ama neden gizliyor anlamıyorum. Beni tek başına halledebilecek kadar güçlüyken, ne diye gerçek hislerini saklıyor ve böyle roller kesiyor anlamıyorum. Kıyamıyor musun yoksa? Yaşanan her şeyden sonra ne olursa olsun işimi bitiren kişi olmak istemiyor musun Gökhan, söylesene, amacın ne?

Rolünü bozmamakta direttiği için ben de uydum ona, dertli, derin bir nefesle göğsümü şişirip, ''Evet, kavga ettik,'' dedim.

Gökhan daha da çok şaşırmış gibi göründü, etrafına bakındı ve en sonda da çiselemeye başlayan dışarıya pencereden göz attı. ''Yekta... Seni burada yalnız mı bıraktı?'' derken sesi neredeyse bana inanmadığını ima ediyor gibiydi. ''Kamber'in adamlarının gözetlediği bir evde güvende olduğunu söylemişti ama dışarıda adam falan yoktu.''

Dışarıdalar ama hayatta olduklarını söyleyemem. Aleksandr onları odunluğa üst üste bir paçavra gibi yığdı ve öylece bırakıp gitti.

"Neden seni burada yalnız bıraktı Dolunay?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım istemsizce.

Ne amaçlıyor? Ne kadarını biliyor? Yekta ile iletişim halinde olsaydı Yekta asla buraya gelmesine izin vermezdi, değil mi? İkisinin de elimizde rehin olduğunu düşünüyor olabilir miydi? Yekta'ya da ulaşamadığını söylemişti. Beni mi deniyor?

Matruşka'nın KalbiWhere stories live. Discover now