1

42.9K 1.1K 419
                                    


İki cihan bir araya gelse anlaşamazdık.

Birincilik tahtı yalnızca tek kişiye ait olmalıydı, ikinciye yer yoktu fakat ikimiz de geride kalmayı sevmiyorduk. Küçüklükten beri yan yana büyümemizin verdiği rekabet paha biçilmezdi. Hayatım boyunca en iyi olabilmek için geceme gündüzüme katarak çalışırdım ama Buğra, bir gece çalışarak benden öne geçerdi.

Müzik dalında, spor da, matematik de, fizik de en iyi dercelere sahipti. O birinciyse ben ikinciydim. Kürsüye ikinci olarak çıkmak, sonuncu olmak demekti. Elime tutuşturdukları çiçek ve madalya bir zafer değil, kaybın simgesiydi.

Ondan nefret ediyordum, benden ettiği kadar.

"Ebrar, niye yemeğini yemiyorsun?" Çatalı tabağımın kenarına doğru iterken Yeşim teyzeye baktım. Dirseklerini masaya dayayarak, ilgiyle yüzüme baktı. Anne yarısıydı benim için, Buğra'yla çocukluktan beri yan yana büyüdüğümüz için iki aile, tek bir aileye dönüşmüştü. Yalnızca ben ve o birbirimizden uzaktık.

Ailemler hastane işleri yüzünden şehir dışındaydı. Bu müstakil mahallede evlerimiz bitişik olduğundan sık sık geliyordum. Evde benim için ayırttıkları bir oda bile vardı.

"Gerginim," diye ağzımda gevelerken çatalımı tekrardan elime aldım. Sanat alanında elim vardı, ressamlık yapıyordum ve yakın zamanda teslim edeceğim resim hayatımın gidişatını belirleyecekti. Buğra başını kaldırdı, kısa bir an ela gözlerine baktım.

Ne diyerek kaşımı kaldırdım. Göz devirdi.

"Pis!" Yanımda duran elmayı yüzüne atmıştım ki havada yakaladı ve koca bir ısırık aldı. "Boş yere telaşlanıyorsun." Elmayı masaya bıraktı. "Her zamanki gibi sonuncu olacaksın." Gıdığını göstererek gülerken yüzüne tip tip bakmıştım. İri vücudunu daha çok belli eden beyaz bir tişört giyinmişti. Kumral saçları, yaz akşamın rüzgarına kurban olmuş halde dağınıktı ve tüm bunlara rağmen hala güzel görünüyor olmasından bir kez daha nefret etmiştim.

"Ceviz büyüklüğündeki beynin şaşırtmadı," dedim gülümseyerek başımı yatırırken.

"Tamam, susun ikiniz de!" Yeşim teyzenin dillerden düşmeyen meşhur tahta kaşığını elinde görünce ikimiz de aynı anda susmuştuk. Sürekli didişmekten, birbirimizi çekiştirmekten kimseye huzur vermediğimiz doğruydu ama başka bir gerçek daha vardı ki, o da Yeşim teyzenin sinirlenmesiydi. Hiç kimseye nasip olmayacak kadar güçlenirdi ve o zaman götüme inen terliğin kızarıklığı iki gün geçmezdi. İkimizde aynı anda susmuş ve hazır ola geçen asker gibi dikleşmiştik.

"Emret anne!"

"Emret teyzecim!"

Ahmet amca da yanımıza geçmiş, hazır oldaydı. Hepimizin şakağından ter aktığını söyleyebilirdim ama kanıtlayamazdım. Zar zor gülümsedik. Tehlike geçmişti. Bir şey demeden yemeğine dönünce derin bir nefes vererek sofraya geri dönmüştük.

"Tuttuğunu koparırsın, Ebrar. Birkaç ay sık dişini, şu zamana kadar eserlerin sergilendi. Zahmetsiz rahmet olmaz kızım." Başımı salladım ve dediklerini kabul ediyormuş gibi gülümsemiştim. İşin aslı bu kadar kaygılanmamın sebebi, yine ikinci olma korkusuydu. Buğra yüzüme dikkatle bakıyordu. Onu umursamadım. Gerçekten ne düşündüğünü takmıyordum çünkü. Yemek ve bulaşık faslı bitince, dolaba attığımız dondurmaları alıp, koşarak bahçeye gittik.

Mesele hamağa oturmaktı.

İlk benim gideceğimi bildiğinden şerefsizlik yaparak depar atmıştı. Arkasından koşarken benden önce hamağa yaylanmıştı bile. Başında diklenerek durdum.

"İn."

"Yoo."

Dondurmasını büyük zevkle yaladı. Küçükken en önce dondurmasını bitirirdi ve benimkini de yerdi. O zamanlar yere yatarak ağlardım. Kaybetmenin hazzını böyle yaşıyordum çünkü, şimdiyse büyümüştük ve yine aynı sonları yaşıyordum.

KEDİ VE KÖPEK #yarıtextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin