ʀᴜʜʟᴀʀ

68 8 4
                                    

"Ruhlar kavuşur derlerdi de inanmazdım. Sahiden de öyleymiş, ben burada senin yaşadığından bile emin değilken senin hayalini kurmam neyi gösterir ? Sanırım ruhum buldu seni. Hiç kaybetmese bari..."

"Sen ciddi misin Kim ?"

"Evet Jeon. Ne zaman geri gelirim bilmiyorum ama gitmeden seninle biraz konuşmak istiyorum. Beni biraz dinler misin ?"

"Tabii, seni dinlerim."

"Takvim yaprakları 25 Haziran 1950'yi gösterdiği gün bu savaş başladı. Her iki devlet de yana yana asker arıyordu fakat kimse savaşmak istemedi. O zamanlar ben eğitim birliğindeydim. Babam göndermişti, ve askeri eğitim almaya başladığımda sadece 12 yaşında bir çocuktum. Sorsan savaş kelimesinin tanımını yapamayacak olan bir çocuktum. Elime oyuncak bir araba verilmesi gereken yaşta koca koca tüfeklerle koşturuyordum. O zamanlar kendimi alıştırmıştım, savaşın bir seçim olduğuna. Tam 16 yaşındayken sınır güvenliği için buraya geldim. O zamanlar çok küçüktüm, her gece buraya gelip ağlıyordum. Bu ağaç benim dertleşme ağacım olmuştu. O zamanlar nöbet arkadaşım Lee Minho'yu, huzurlar içinde yatsın. Bir gün burada bir güneyli olan Han Jisung'a gönlünü kaptırmıştı. Her gece onu görmeye bu ağaca gelirdi. Bir gün sınır güvenliği değil artık savaşması gerektiği söylendi. Savaşa giderken de sevdiği adama savaşacağını söyledi. Onları izlemiştim, gece boyu ağladılar ve daha sonra Minho beni çadıra gönderdi. Ben çadıra gittim ve onu beklemeye başladım. Gece boyu gelmedi. Sabah ikisinin de cansız bedeni bu ağacın altında bulundu..."

Kim durdu. Birazcık sesinin kendine gelmesini bekledi. Sesi titriyordu ve bir kelime daha ederse ağlayabilirdi. Derin bir nefes aldı ve ağacın en üstünde olan dallardan birine baktı.

"Daha sonra nöbet arkadaşı olarak Min Yoongi düştü bana. Onunla aramda sebepsiz bir şekilde abi-kardeş ilişkim oldu. Hayat o kadar kansız ki... Min Yoongi kardeşi ile savaşmış, kardeşini öldürüp onu diğer dünyaya ulaştıran kurşun onun silahından çıkmış. Bizim aramızdaki ilişkinin asıl sebebi buydu, ben ise sebepsiz bir şekilde onun kardeşine çok benziyorum. Min Yoongi ile nöbetler tuttuğumuz bir gece seni gördüm. Bu ağacın altında ağlıyordun, o an kendimi gördüm sanki. Çocuktun Jeon, bakınca anlamıştım. Her yerde bomba sesleri vardı ve sen bomba sesini duyunca kulaklarını kapatıyordun. O gece yüzünü göremedim ama görmek istemekten de vazgeçmek istemedim. Senin Güneyli olma ihtimalin aklımın ucundan bile geçmediği için seni tanımak istedim. Her ne olduysa ben her gece buraya geliyordum, sen de her gece bu ağacın altında ağlıyordun. Bir gün dedim ki Kim Tae sen bittin, kalbini kaptırdın birine ama kime ?"

Sonra biraz soluklandı, Güney sınırından içeriye doğru baktı. Yaralı askerler geliyordu. Sıranın bana gelmesi de çok yakındı. Sonra kendi sınırından içeri baktı. Yerler kanla doluydu. Daha sonra başını bana çevirdi. Uzun uzun baktı gözlerime.

"Bir gece geldiğimde sen yoktun. Nerede bu çocuk diye düşünürken yüzünü gördüm, Güney sınırında nöbet tutuyordun. Güneyli olman beni çok yaralasa da yüzünü gördüğüm için bir o kadar heyecanlıydım. Koşarak çadırıma gittim ve seni Min Yoongi'ye anlatmaya başladım. Seni biraz anlattım ve dedim ki o benim imkansızım. İşte o an anlamıştı senin Güneyli olduğunu. Bizim Kuzeyliler ile Güneylilerin aşkı imkansızdır. Ben de sana aşık olmuştum. Ben o gece Min Yoongi'nin bizim imkansız olduğumuzu anlatmasına ağladım. Bu ağacın dibine gelip ağladım. Sen beni görecek misin diye hiç düşünme gereksinimi duymadan hıçkırarak ağladım. Jeon, ben seni çok zamandır tanıyordum o gün de senin nöbetin başlamadan gelecektim ama vakti kaçırdım. Yine uzaktan seni seyredecektim ve çadırıma gidip seninle hayaller kuracaktım. Başaramadım, şimdi sen beni istemeyeceksin belki zaten olmayacağım da. Yarın sabahın aydınlanmasıyla ben savaş alanına doğru yola çıkacağım. Senden bana kalan ise bu güzel anılar olacak. Jeon, ben sana sırılsıklam aşığım lütfen bunu unutma ve hep bil."

O an ağlamamak için zor duruyorduk. Ben hızlı adımlarla çadırıma gittim. Bir kutu eşyam vardı. Onu açtım ve içinden bir tane bağcık ipi çıkarttım. Onlar elimdeyken koşarak ağacın altına gittim. Kim, orada ağlıyordu.

"Ağlama, Kim. Sana benden bir hatıra getirdim."

Bana baktı ve gülümsedi, ayağa kalktı ve elimdeki bağcık ipine baktı. Ben de sağ ayağının botunda bulunan ipi çıkartıp cebime koydum. Elimdeki ipi de onun bağcıklarına geçirdim. Bağcıklarını bir güzel bağladım ve onun beni görebileceği şekilde ayağa kalktım.

"Asker Kim, bu bağcık sana yeni başlangıçlar yapıp beni düşünmeden savaşman için verildi. Ne olursa olsun ölmeden gel."

"Jeon, sana aşık olduğumu tekrar hatırlatma lütfen. Orada çok acı çekerim. Zaten sen buradayken gitmek istemiyorum."

"Merak etme Kim, benim gelmem de yakındır. Çoğu askerimiz savaştan yaralanıp geldiler. Her gün yüzlerce kişi geliyor. Askeri güç azalıyor. Dün gece 96 doğumluların gittiğini duydum. Yakında sıra bana da gelir."

"Jeon, eğer o savaş alanına gelirsen ben o zaman ölürüm. Savaşmak için çok masumsun sen."

"Kim, emin ol kimse bizi umursamıyor. Komutanlar bile görüşüyorlar ama bizim görüşmemiz yasak. Aslında savaşı bitirmek onların elinde."

"Jeon, benim seni sevmem seni rahatsız ediyor mu ?"

"Rahatsız olmuyorum. Olmam da, aşk çok güçlü bir duygudur. Kimse hissettiğini anlamaz. Yani belki ben de aşığım ama kimse sen aşıksın demediği için anlamıyorum."

"Jeon, sen aşık mısın ?"

"Bilmiyorum. Sadece gördüğüm zaman kalbimin çok hızlı attığı, elimin ayağıma dolandığı ve gördüğüm zaman sanki savaş bitmiş de huzur dolu bir yerde gibi hissediyorum."

"Kim bu şanslı kişi ?"

"O benim kaybolan ruhum. İnanır mısın bilmem ama ben ruhların kalbin aynası olduğuna inanırım. Onun ruhu ile benim ruhum mutlu olmasa ben de onu görünce mutlu olmazdım. Tek bir isteğim var sadece, o da ruhlarımız gibi kalplerimizin de kavuşması..."

"Jeon, benim gitmem gerekiyor. Umarım en kısa sürede kavuşursun sevdiğine. Uzun bir süre olmam ben. Benim yokluğumda bu ağaçta ağlama, başka bir Kuzeylinin seni görüp aşık olmasını istemem."

Ayağa kalktı ve giderken arkasından ona sarıldım. Benim imkansızım, gördüğümde heyecandan elimin ayağıma dolaştığı, yanında huzurlu hissettiğim adam oydu. Gitmesini istemezdim, hem de hiç istemezdim. Ben nasıl mutlu kalabilecektim bu sınırda ?

Ona sarılırken gözümden düşen damlalara engel olamadım. Onun omzuna gözyaşlarım düşerken omzundaki yaşları hissetmiş olmalı ki bana dönmeye çalıştı. Başardı da.

Gözlerimdeki yaşları sildi ve bana tam anlamıyla sarıldı. Benim yaptığım gibi korkakça değildi onun sarılışı. Özlem, aşk ve hüzün doluydu sarılışı.

Kendimi bırakmak istedim. Kucağında kalmak istedim fakat bunu yapamazdım, eğer şuan kendimi bırakıp yere düşersem aklı hep burada kalacaktı.

Beni benden daha çok seviyordu. Bunu daha önce öğrenmek için neler vermezdim ama şuan elimden sadece ona sarılmak geliyordu. Hava aydınlanana kadar vaktim vardı.

"Jeon, yapm-"

Yapacaktım, onu susturdum. Gitmeden bir kez bile olsa onu öpmek istedim. Belki onu son öpüşümdü bu. Belki de ilk öpüşümdü ve devamı gelecekti. O an tek bir şey istedim

~Ne olur savaştan yaralanmadan geri dönsün.~

O sırada dudaklarımızı ayırdım. Gözleri ağlamaklı bakıyordu. Derin bir nefes aldığı sırada hıçkırıkları onu terk etti. Daha sonra hıçkırıları içinde konuştu:

"Jeon, yapma. Lütfen. Ben daha fazla ağlamak istemiyorum. Sen başkasına aşıksın."

Hâlâ başkasına mı aşık olduğumu düşünüyordu. Ciddi olduğunu düşünmedim. Çok kısa bir süre sonra kendi sınırına doğru yürümeye başladı.

Aramızdaki mesafe iyice açıldıktan sonra kendime verdiğim cesaret ile bağırdım:

"KİM, SEN BENİM İMKANSIZIMSIN."

SoldierWhere stories live. Discover now