"Öldür" dedim Alpaslan'a bakarken. "Seninle şuradan şuraya gideceğime ölürüm"

"Çok tanıdık geldi bu. Her odaya girdiğimde böyle diyordun sev-" bir silah daha patladı.

"Kafanı koparmadan karımı yanıma gönder" dedi Çakıroğlu.

"Çok mümkün değil o nasıl kolay girdiysem öyle kolay çıkarım" dedi.

"Girmene müsaade etmesem girebilir miydin Alpaslan? Evindeki korumaları aramanı öneririm" dedi Çakıroğlu. Alpaslan cebinden telefonunu çıkardı. Birini aradı ama ulaşamadı. "Dönecek bir evin yok artık. Kimin evine girmeye çalıştığının farkında bile değilsin" dedi buz gibiydi. Gözlerindeki bakış başkaydı. "Şimdi karımı bana yolla hemen" saatine baktı Çakıroğlu. "Yoksa en yakın arkadaşın canlı canlı yakılacak tam 5 saniyen var" dedi. Alpaslan kulağıma eğildi. Midemi bulandıran kokusu burnuma geldi. Nefesimi tuttum.

"Seni çok özlemiştim, izlerim hala duruyor değil mi?" dedi gülümserken geri çekildi ellerini iki yana kaldırdı. "Kocana git şimdilik" dedi. Korumaları açılırken Çakıroğlu'na doğru yürüdüm. "Görüşürüz sevgilim" dedi. Gözlerimi kapattım. Ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Can elini uzattı. Düşmeyeyim diye. Uzattığı elini tuttum.

"İyi misin yenge?" dedi.

"İyiyim" dedim gözlerimi açarken. Çıkışa kadar eşlik etti korumalar Alpaslan'a defolup gitsin diye. Başım döndü. Can elimi bıraktı. Yerini sözde kocam aldı. Yürüyecek gücüm yoktu ama dayanacaktım. Bayılmanın sırası değildi. Ayaklarımın gücü yoktu. Gözlerimi tekrar kapattım. Alpaslan'ın yaptıkları canlandı gözümde. Küçük bir kesit düştü gözlerimin önüne.

Yıl 2014. Aylardan Ağustos. Günlerden 07.

07.08.2014.

Alpaslan'nın beni kaçırdığı gündü aynı zamanda. O gün söyledikleri çınladı kulaklarımda. 45 gün sürecek işkencenin ilk günüydü. 45 gün sonra tarih 22 Eylül'ü gösterecekti.

"Doğduğun gün, ölmek için yalvardığın gün olacak. Doğduğuna ben şükredeceğim ama sen lanet edeceksin. Sen benim en sevdiğim oyuncağım olacaksın. Ölmek için dua edeceksin ama ölmeyeceksin. Yaşamak isteyeceksin ama sadece nefes alacaksın" ellerimi bağlıyordu ki bu bana yaptığı en en hafif şeydi. "Senin bedenin, ruhun benim özel imzam olacak" dedi zevk alan bir gülümseme vardı yüzünde, ayaklarımı bağladı. "Öldürmeyeceğim ama yaşatmayacağım da" ağzımı kapattı. "Beni sevene kadar. Benim olana kadar cehennemin olacak burası" bir şey koklattı bana. Elleri saçlarıma değdi. Bilincim kapanmak üzereydi son duyduğum yine Şeytan'ın kendisinin sesiydi. Saçlarımı okşarken konuştu "Kendi isteğinle yatağıma girene kadar" gözlerim kapandı.

Ayağım takıldı, biri tuttu beni zaten tutuyordu ya da hatırlamıyorum. Bilincim kapanmak üzereydi, adımlarım durdu.

"Noldu?" diye sordu. Kendimde bulduğum son güçle en merak ettiğim şeyi soracaktım.

"Sen, bile bile benim karşıma çıkmasına müsaade mi ettin?"

"Evet" dedi. Evet demişti. Bilerek yapmıştı yani. İçimdeki acı tarifsiz bir seviyeye ulaştı. Engel olabileceğim, görmezden gelebileceğim gibi değildi. Vücudum sızlıyordu. Elimin bilekleri yandı. Beni tutan elini ittim.

"Dokunma bana" dedim zar zor ondan ayrılmış yürümeye çalışırken. Can tutmak istedi beni. "Dokunmayın bana" diye yineledim. Hem kelimeler zar zor çıkıyordu ağzımdan hemde yürümekte çok zorlanıyordum. Düşmeyecektim. Burada değildi.

Bahçeye ne zaman geldim bilmiyordum ama çok zor duruyordum. Misafir banyosuna atacaktım kendimi. Eve girdim yalpalıya yalpalıya. Ellerimin titremesine ayaklarımda eşlik ediyordu. İçeri girdim. Misafir banyosuna koştum. Girip kilitledim. Çekmeceleri açıp kapatıyordum. Aradığımı bulamamıştım. Alt dolabı açtım, buldum. Elime aldığım makası saçlarımdan geçirdim. Elimi attığım tutamı kesiyordum. Kapı çaldı. Bir daha kestim. Kapı tekrar çaldı. Ama beni durdurmadı. Bütün saçlarımı göğsümün hemen altına gelecek kadar kesmiştim. Lavabonun içi hep benim saçlarımdı.

TUTSAKWhere stories live. Discover now