0.2

218 18 33
                                    

Harry

Bir saat on sekiz dakika.

Zaman hayattaki birçok şey gibi kişiye özeldir, bireyseldir. Farklı işler ve bir sürü değişik etkeni vardır. Bulunduğunuz konum, tarih, birlikte olduğunuz insanlar, üzerinizdeki kıyafet bile zaman algınızı değiştirebilir. Zira kimse rahatsız bir kıyafet içerisindeyken zamanın su gibi akıp geçtiğini hissetmez.

Ya da bir şeyi beklerken.

Ben de sabah saat yedi buçuktan beri bekliyordum ancak beklediğim kişi bir türlü kapıdan girememişti. İki gün öncesinde, cuma günü uygun bir saatte pazartesi günü dükkânı tekrar açacağımı ve saat sekiz buçukta burada olması gerektiğini söyleyen bir mesaj atmıştım Amelia'ya. Buna karşılık kısa bir 'Tamam.' cevabıyla mesajımın ona ulaştığını, gördüğünü ve okuduğunu belli etmişti.

Oysa şimdi saat dokuz kırk sekizdi ve hâlâ ortalıkta yoktu. Sabah gelmiş, ortalığı toparlamış, yeni gelen bitkileri, fidanları arka bahçeye götürmüş ve bazılarını çoktan saksılarına yerleştirmiştim. Makinada kahve hazırdı, zaten kahvaltımı yapıp gelmiştim, üstüne ilk işleri halledip kahvemi de içmiştim ama Amelia teşrif edememişti.

Bir saat on sekiz dakika boyunca.

Sonunda dış kapıdan içeri girdiğinde ben de ortadaki adada çağrı ile aldığım bir siparişi hazırlıyordum. Basit bir buketti, klişeydi. Pembe lalelerden oluşan bir tebrik buketiydi, müşteri not olarak da karşıdaki kişiye yeni işinde başarılar dilediğini belirten birkaç satır iliştirmişti kısa süren telefon konuşmamıza.

"Günaydın," dedim bakışlarımı onda odaklamadan önümdeki çiçeklere dönerken. Arkadaki raftan laleleri koymak için bir vazo seçerken devam ettim. "Erkencisin."

"Günaydın, sen de çok komiksin."

Önüme döndüğüm sırada bez çantasını adanın üzerine koyuyordu. "Alarmı yanlış kurmuşum, alarmsız da asla uyanamam o yüzden geç kaldım." Ellerini kot pantolonunun arka cebine sokarken beni izliyordu.

Laleleri vazoya yerleştirip güzel durduklarından emin olduktan sonra notu yazdığım küçük kartı zarfın içine koyup buketin bir kenarına iliştirdim. Teslimatlarla ilgilenen Danny kapıdan içeri girdiğinde Amelia'yı duymazdan gelip ona selam verdim. Kısa bir sohbetin ardından adresi ve buketi alıp gittiğinde hâlâ öylece durmuş bekliyordu.

"Dakik olmak kalıtımsal bir şey değil Amelia, merak etme. Öğrenirsin." Alaycı sesime karşılık ofladığında aynı tavrımı koruyup gülümsedim. Adanın üzerini hızlıca toplayıp temizledim. "Hadi gel sana etrafı göstereyim."

Onun gibi fevrileşen birine karşı benim daha sakin kalmam gerekiyordu. Birbirimize karşı hâlâ yabancıydık ve aramızda tuhaf bir patron-çalışan ilişkisi vardı. Onunla nasıl iletişim kuracağımı bilmiyordum. Birlikte geçireceğimiz bu yaklaşık üç ay içerisinde ikimiz için de işe yarayan bir seviye bulmalıydık.

Bu nedenle geç kalması her ne kadar sinirlerimi bozsa da ve normalde bundan daha sert bir tepki verecek olsam da şimdilik, ilk seferlik diyerek kendimi yatıştırmaya çalışıyordum. Sadece bu seferlik.

"Kızmayacak mısın? Bağırıp çağırmayacak mısın?" dedi peşimden gelirken.

"O senin işin Amelia." demekle yetindim. "Senden bana zaman kalırsa ben de arada bir sesimi yükseltebilirim belki."

İşte benim alttan alma çabalarım da bu kadar işliyordu. İnsan kendini sadece bir yere kadar tutabiliyordu. "Ve sadece ilk gün olduğu için sesimi çıkarmıyorum, alışkanlık haline getirirsen bu kadar anlayışlı olmam."

Flowers in the Window | H.SWhere stories live. Discover now