Bölüm 1: Uçsuz Bucaksız Kâbuslar

Start from the beginning
                                    

"Geçti." Titreyen sesi beni hiç ikna etmemişti ama sakin kalmaya çalıştığını biliyordum. "İyiyiz."

Bir şey demeden sadece kafamı salladım ve rahatsız edici bir şekilde karıncalanan ellerimi bir süreliğine serbest bıraktım. O yanıma otururken terden ıslanmış saçlarımı alnımdan çektim. Sanki büyük bir savaştan çıkmış gibiydim.

"Bu ne böyle?" biraz daha yatışan nefeslerimin arasında sordum. Odayı kaplayan kırmızı ışıklar, kapalı perdelerin ardından korkunç bir şekilde içeri sızıyordu. Bir anlığına odamı süslemek için yıllar önce aldığım ledleri açık unuttuğumu sandım ama imkânsızdı. Gece onları asla açık bırakmazdım, üstelik asla odamı kaplayacak şekilde ışık vermezlerdi. Bir korku filminde gibi hissettim ve bedenimi bir titreme esir aldı. "Ne oluyor?"

Peter yanımda derin bir soluk aldı. Hâlâ gerginlikle titreyen ellerini, görebiliyordum. Ellerini yüzüne kapatırken bir süre kafasını iki yana sallamaya devam etti. "İnan hiçbir fikrim yok."

Bir süre ikimiz de sustuk. Sessizlik bir yılan gibi boynuma sarıldı ve beni boğmaya başlayana kadar sadece oturmaya devam ettim. Kırmızı ışıkların sızdığı perdelere kayan gözlerim, beni bu kâbusla tanıştırmak için resmen can attı ve yatakta kayarak çıplak ayaklarımı soğuk zeminle buluşturdum. Zeminin aksine bedenim ateş gibi yanıyordu, biraz sonra patlamaya hazırmışım gibi. Bacaklarımı sabit tutmak için uzun bir süre dikildim, derin bir nefes bıraktım ve ayaklarımı sürüyerek pencereye doğru ilerledim. Ellerim zar zor perdeyi yakaladı. Ne ile karşılacağımı bilememek içimde büyük bir gerginliği balon misali şişirirken perdeyi iki elimle ayırdım. Kırmızı ışıklar önce gözümü aldı, sonrasında ise dehşet verici bir manzarayla beni baş başa bıraktı. Gözlerim çılgınca etrafta gezindi. Gecenin karanlığında parlayan ateş, yönetim binasının etrafını sarmıştı. Bomboş sokağa bakarken pencerenin önünden aşağıya doğru süzülen şeyleri fark ettim. Gökten küller yağıyor gibiydi.

"Peter..." dudaklarımı zar zor hareket ettirerek yatakta otururken iki büklüm olmuş, kendine gelmeye çalışan arkadaşıma seslendim. "Bunu görmen gerek."

Bir süre tereddüt etti. Daha sonrasında sarsılan bedenini güçlükle zapt ederek yanıma geldi. Gözleri boş boş dışarıyı izlerken tek bir kelime bile edemedi. O da benim gibi neye şaşıracağını bilemiyor gibiydi. Gözlerimi kırmızı ışığın kaynağına diktim. Görmek zor oldu ama ışıkların yönetim binasından geldiğini fark ettim. Binanın tepesinden bir duman tütüyordu, camlar patlamıştı ve o şatafatlı binadan eser yoktu. Dumanların izlediği yolu takip ederken dört bir yanda duran billboardlarda beliren yazıyla birlikte, bütün odağım dağıldı.

"Şunu sen de görüyor musun?" Peter'ın kısık sesi, sinsice aramıza girmiş ölüm sessizliğini dağıtırken sadece kafamı sallamakla yetindim. Nasıl görmeyebilirdim ki? 1.80.52.8991.0 yazısı gözleri kör edecek büyüklükte yanıp sönüyor, sanki bize göz kırpıyordu. Zihnim bir ip yumağından farksızdı. Ne bu karmaşayı sorgulayabilecek haldeydim ne de bu sayıların ne anlama geldiğini anlayabilecek kadar kendimdeydim. Biri bizimle oyun mu oynuyordu? Gerçekten tek sormak istediğim şu anda neden bunu yaşıyor olduğumuzdu. Ama kimsenin verecek cevabı olmadığının farkındaydım.

Bir cızırtı sesi, bir anda harap olmuş şehri kaplarken yönetim binasının yayın televizyonunda bir haraketlilik fark ettim. İçimden şimdi ne gelecek diye düşünürken bir genç çocuk ekranda belirdiğinde, kaşlarımı çattım. Daha önce hiç görmediğim biriydi, hiçbir kanalda da görmemiştim. Buna rağmen sanki televizyona çıkmaya alışkın bir havası vardı. Soğuk bakışları alnına düşen perçemlerin ardından korkutucu ve gizemli bir hava oluşturuyordu. Ellerini bağlayıp önünde duran kağıtların üzerine yerleştirdi ve başını hafifçe yana eğip arkadan bir onay aldıktan sonra, gözlerini tekrardan ekrana çevirdi.

14Where stories live. Discover now