🐍🤡yirmi beş🤡🐍

224 22 7
                                    

doyoung’un evinde toplanmış on genç, günün kritiğini yapmak ve erkeklere bela okumakla meşgullerdi. bulundukları salon sarhoş sungchan’ın ‘erkekler kapatılsın’ konulu çığlıkları ve kahkaha seslerinden kuru gürültüye kurban giderken saatler öncesinin aksine hiçbiri dert tasa içinde neredeyse ağlayacak gibi birbirine bakmıyor, eğlencenin dibine vurarken yaşananlar akıllarının en ücra köşelerine gömülmüştü. hepsinin zihni bulanıktı, titizlik timsali doyoung, halısının ortasındaki kusmuğa sinirlenmemiş, üstüne bunu yaptığı dudağında kalmış kalıntılardan belli olan sevgili arkadaşı chenle’ya koşmuş, alnının ortasından öpüp aferin nidaları dökmüştü. elbet bunda ne kadar ciddi olduğu tartışılırdı fakat bunu umursamayacak kadar uçmuşlardı.
kanepede baş aşağı oturan lucas, gördüğü bu chenle - doyoung manzarasından sonra biraz hayatı sorgulamış ve arkadaşlarının aptallığına oflayarak söylenmeye başlamıştı. aptal sevgilisini, yoksa aptal eski sevgilisini mi demeliydi, şimdiden özlediği için kafasını duvarlara vurup kırmak istiyordu, eski sevgilisini bu sarhoş haliyle arayıp ağzına geleni söylememek için beyninin kullanabildiği son kırıntılarıyla telefonunu kapısı açık olan odalardan birine fırlattı.

“aaaa gitti telefon, bana telefon getirin hemeen. nerede bu jungwoo şerefsizi, telefon getirin de alayım boyunun ölçüsünü. kalbini kırmamak için kendimi kırdım yetmedi telefonumu da kırdım. nefret ediyorum ondan, hem de kocaman!”

tamam, çok da beynini kullanabildiği söylenemezdi. kırıntı diye boşuna denmemişti değil mi? lucas’ın yardım çağrısını duyan jaehyun biraz duraksayıp dalga geçmemek için kendine hakim olmaya çalışırken dayanamayıp kahkahayı patlatmış, arkadaşına güvenemeyeceğinden ortalıkta gördüğü tüm telefonlara el koyup sadece kendisinin bulabileceği bir yere saklayıp hiçbir şey olmamış gibi yerine geçmişti. diğerlerinin aksine, zihni tamamen bulanık değildi. en azından önünü görebiliyor ve mantıklı düşünebiliyordu. oldum olası kendini tamamen kaybetmeyi hiç sevmemişti zaten. kontrolün elinde olmasını ister, içkiyle başına gelenleri ise unutmak istemezdi. yerinde duramazken kalkıp ezbere bildiği doyoung’un mutfağından eliyle koymuş gibi kahve paketi ve cezveyi buldu. arkadaşlarına bir kahve yapıp normale döndürmeyi planlıyordu, elbet kendini de.

“şimdi size kahve yapıyorum ve siz çocukluk yapmadan şıp diye içiyorsunuz, itirazı olan?”

hepsi elini kolunu sallayarak değişik hareketlerle onaylamış, böylece jaehyun da kahveyi karıştırmaya devam etmişti. itirazı olan biri çıksa cezveyi kafasına geçirebilecek kadar sinir yüklemesi yapılmış bir günde olmasına rağmen bu kadar sakin olmasına kendisi bile şaşırıyordu. oysaki gecenin ilerleyen saatlerinde götü başı dağıtacağını ve içinden bir çatlak çıkacağını bilse böyle düşünmekte erken davranmazdı.

“ya jaehyun, taeyong neden böyle yaptı? ezik miyim ben? yolda görsen üzerime basar mısın? yolda görsen ezik der misin bana?”

jaehyun kahveleri bardaklara doldururken arkadaşının sözlerine gülse mi ağlasa mı bilemedi. o kadar ironik bir ses tonuyla söylemişti ki yüzünü buruşturmakla kaldı, kahveleri masanın üstüne bırakırken hepsine alması için işaret etti. ‘ezik’ doyoung’unun yanına geçip kahvesini yudumlarken kolunu arkadaşının beline sardı.

“bir ezik varsa o da sen değilsin, taeyong’un kendisi. bir daha böyle bir şey duymayayım. sarhoş olmana yoruyorum bu içi boş sözlerini, siz bir ayılın da konuşacağız.”

içi geçmiş ve uykusuzluktan gözlerini açmakta zorlanan yangyang kahveyi bir içişte bitirirken sürekli ağzına sıçmaktan beter ettiği platoniği kun’u dürttü ve buradan sıyrılmaları gerektiğini fısıldayıp arkadaşlık destek gününü kendileri adına sonlandırmaları gerektiği düşüncesiyle jaehyun ve doyoung’a yanaştı.

what is love, nctWhere stories live. Discover now