Floats

2 0 0
                                    

Artık pek konuşmuyor olsak da ben devam ediyordum elimdeki çubuğu çevirmeye denge noktasını sabit tutmaya çalışarak ellerimin konumuna göre. Güneşe doğru bakarken nasıl gülümsediğini ve yağmurun altında nasıl başını kaldırıp yağmurla yüzleştiğini anımsıyordum artık pek konuşmasak da birbirimizle, her ikisinde de gözlerimi kısıyordum çaresizce. Anımsadıkça kısıyordum gözlerimi sadece. Artık konuşmuyorduk ama ben çok iyi hatırlıyordum Gökçe'ye yardım ettiğim günü gece saat dörtte çizebilmesi için o grafiği ve daha sonra hesaplayabilmesi için eğimini bilgisayar üzerinde. Bana hayatını kurtardığımı söylüyordu sonra, ben uyuyakalıyordum elektrik-elektronik mühendisliğinin bölüm binasında. "Il a trouvé le dessin de la turque" diyorlardı gülerek, sanırım amaçları dalga geçmekti benimle ama ben bunu fark etmiyordum bile. Umursanmamak canlarını yakıyordu onların, dolu bir silahla geliyorlardı Çanakkale'ye.

Tamar bana bir harita çizmemi söylüyordu artık konuşmasak da birbirimizle, tehdit ediyordu beni bir dünya haritası üzerinde. Harita üzerinde evimi işaretliyordu Tamar, ben devam ediyordum Saint Vincent ve Grenadinler'in haritasını çizmeye. Benim gerçek adımı bile bilmiyorsun, diye bağırıyordum ona, artık beni rahat bırak lütfen. Ağlamaklı oluyordum ben. "Alexandra!" diye bağırıyordu Tamar, ben gülüyordum buna aptal gibi ve o beni götürüyordu Gökçeada'daki bir Yunan kilisesine. Yağmur yağıyordu, çok yağıyordu ve ben devam ediyordum elimdeki çubuğu çevirmeye tam başımın üzerinde. Eldivenlerimi çıkarıp atıyordum bir köşeye, daha da sıkı tutuyordum çubuğu her dönüşünde. Levent'e bir yağmur damlasının yere düşmesi ve çarpmasının fiziksel boyutunu anlatıyordum aklımda kalan fazlasıyla eksik formüllerle başka bir yağmurlu okul gününde. Damlalar düşüyordu kısılmış olan gözlerimin üzerine. Ben formülleri anlatıyordum ona ve şaşırıyordu o, çok şaşırıyordu gerçekten. Anlatmayı bırakıyordum ben sonra, "Çalışmam gerek." diyip uzaklaşıyordum oradan ve Levent asla anlam veremiyordu benim ani tavırlarıma. Ben ise anlam vermeye çalışmıyordum hiçbir şeye; insan davranışlarını bir fonksiyona uyarlayabilmek imkansız, diyordum, bu saatten sonra imkansız bir fonksiyon çizebilmek.

Biz yemekhaneden çıkıp yürümeye başlıyorduk Rümeysa'yla. "Ama -ama bir dakika- nöronları bir insana aktarmak için o insanın DNA'sını nöron hücrelerinin çekirdeğine aktarman gerekmez mi?" diye soruyordu o bana, "Nöronların çekirdeği yok." diyordum ben ona ve ani bir aydınlanma yaşıyorduk her ikimiz de. Ben bir fonksiyona uyarlayamıyordum insan davranışlarını. Çevirmeye devam ediyordum elimdeki çubuğu tam denge noktasından bu kez yere olabildiğince dik tutmaya çalışarak. Flow arts'ta usta olacağım günleri hayal ediyordum, elimde alevli ipler çevireceğim günleri. Ama ona hobilerimizin maddi gücümüze göre şekillendiğinden bahsediyordum yine yağmurlu bir günde. Hak veriyordu o bana, ben yine yağmur yağacağını anlıyordum o anda. Kulaklığımı düzeltiyordum bir defa ve çubuğu daha da hızlı çeviriyordum ritmimi şarkıya uydurmaya çalışarak. Çeviriyordum çubuğu hışımla artık pek konuşmasak da. Onlar yanıma geliyordu büyük bir gürültüyle ben sessizce otururken sıramda. Beni saçımdan tutup kaldırıyordu biri ayağa ve boğazımı sıkarak havaya kaldırıyordu beni bir diğeri. Kıpkırmızı oluyordum ben, öksürüyordum kendi içime ama o beni bırakmıyordu asla. Yanındakiler gülmeye başlıyordu, "Yeter bu kadar, öldüreceksin kızı." diyorlardı, zorla bıraktırıyorlardı beni ona. Beni bıraktırıyorlardı ona zorla. "Eğer bir daha bizim anlamadığımız bir dilde konuşursan seni daha da kötü döveriz." diyorlardı bana giderken ve dediklerini yapıyorlardı sonra gerçekten ama ben asla pişmanlık duymuyordum konuştuğum dillerden. "Je n'ai rien senti." diyordum ben Dmitris'e, bütün duygularımı reddediyordum ve inandırmaya çalışıyordum kendimi duygusuzluğuma ama Dmitris beni yatağa davet ediyordu sonra. Ben anlamamış gibi yapıyordum onu, gerçekten bilmiyormuş gibi davranıyordum bir kelime bile Yunanca. Tekrarlıyordu o aynı cümleyi Fransızca.

Bu şehri terk etmemiz gerektiğini söylerdik eskiden ettiğimiz her sohbette, artık konuşmuyor olsak bile. Şimdiyse hiçbirimiz gitmek istemiyor hiçbir yere.


Casus Belli

FloatsOn viuen les histories. Descobreix ara