2-Toprağa Ait Olanlar

En başından başla
                                    

"Merak etme unutmadım. Eve gidip duşumu alacağım ve oraya geleceğim. Oldu mu?"

Kıkırdamasını duydum. Küçük bir çocuğun, çekingen ama mutlu bir gülüşü gibi. "Hıhı. Oldu. Be..." arkadan gelen seslerle bir dakika beni bekletti. Sanırım müşteri gelmişti. "Ah, üzgünüm! Müşteri geldi. Aşkım, buraya gelince zaten konuşuruz acil işim çıktı. Seni seviyorum, bay."

Bu telaşlı haline tebessüm edip onu yanıtladım. "Ben de. Görüşürüz."

Telefonu hızla kapattı. Ben de ekrandaki boşluğa baktım uzun bir süre. Belki arar. Ama aramaz. Hiç aramadı. Gözlerimi her şeyden korunurmuşçasına sıkı sıkı yumdum. Korunamadım.

Gözlerimi açıp telefonumu çantama attım ve çantayı çapraz bir şekilde takıp sol tarafımda sarkmasını sağladım. Çantamın yanında duran sandaletlerimi de ayağıma geçirip beyaz elbisemin yere değen kısımlarını hafif bir şekilde kaldırdım. Yere değmesinde sorun yoktu ama yürürken basıp düşmekten korkuyordum. Yaklaşık on metre ilerimdeki çınar ağacına doğru yürüdüm.

Ne çok anı biriktirmiştim bu ağacın gölgesinde. Dalları artıkça, güçlendikçe; benim de anılarım artı, acılarım güçlendi.

Hemen önüne bıraktığım beyaz bisikletimi yerden kaldırıp dik bir şekilde tuttum. Ön sepetine çantamı koydum ve sepetten düşen sarı karanfili ötekilerin yanına yerleştirdim. Sepetime atlayıp boş araziden yavaş ve dikkatli bir şekilde ayrıldım.

Yağmur şiddetini biraz yavaşlatmıştı ama hala çiseliyordu. Bisikletimin geçtiği her noktadan çok güzel ve farklı kokular geliyordu. Kiminde sadece toprak kokusu, kiminde ağaçlardaki meyvelerin kokusu, kiminde ise çürümüş meyve kokusu. Aslında çoğu meyvenin çürümeye başladığı andaki o kokusunu çok seviyordum. Bunu daha önce seveni görmedim hatta direkt çöpe atıyorlardı. Hiç bir şansı hak etmediğini düşünüyor olmalılar.

Siteye girdiğim an bisikletin pedallarına biraz daha yüklendim. Islanan saçlarım biraz daha hareketlendi, bedenime yapışan elbise biraz daha üşümeme neden oldu ama gene de durmadım. Bahçenin ön kapısına geldiğimde bisikletten indim ve onu bırakmadan ilerlemeye başladım. Ön kapıyı geçeceğim kadar aralayıp içeri geçtim ve bisikletimi bagaja yerleştirdim. Bagajda üç araba vardı. Biri benim ikisi ise babamın ve ikisinin de burda olması demek onun da evde olduğu anlamına geliyordu. Sıkıntıyla bir nefesi dışarı saldım. Keşke evde olmasaydı.

Ayaklarımı yere sürüye sürüye evin kapısına ulaştım ve kapıyı tıklattım. Bir dakika sonra Mahinev teyze kapıyı açıp geçmem için yer verdi bana.

İçli sesini duydum gene benim için üzülüyordu ama hak etmiyordum, anne şefkatini. "Aa, kuzum benim! Gene atmışsın kendini yağmurun önüne. Ne alıp veremediğin var şuncacık canından."

Ona karşı yüzümdeki ifadesizliği silip tebessüm ettim. "Merak etme, şuncacık canıma bir şey olmaz. Bunca zaman yağmur, beni doğru düzgün hasta etmemişse bundan sonra da etmez zaten." deyip yanağına küçük bir buse kondurdum.

"Ah, kuzum. Yağmur yüzünden hastalanmayacağını düşünüyorsun ama bir gün hastalanacaksın sende. Her yağmur yağdığında içim yanıyor artık." dolu dolu gözleri ile bana bakmasına dayanamıyordum. Sağ elini avuçlarımın arasına alıp oraya da bir buse kondurdum. "Lütfen. Senin üzülmeni istemiyorum ama benden de yağmuru alma." Üzülmesin o.

HALELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin