"Çok ciddiyim." dedi ve yeniden öptü. İçimden annem ve Meryem teyze de böyle diyordu zaten diye geçirirken elindeki anahtarı gösterdi. Ucunda babamın anahtarlığı asılıydı.

"Babamın anahtarının sende ne işi var?" dedim şok olmuş bir halde. Bir yandan onu havada kapmaya çalışıyordum. Uzanıp alacağım sırada avucunun içine alıp sakladı. Az kalsın yüzlerimiz birbiriyle tokuşuyordu. Birkaç saniye böyle kaldık.

"Uzun zamandır bende. Hatta baya uzun zaman."

Nefesi yüzüme vurup aklımı başımdan alırken anlamsızca yüzüne baktım.

"Baban vermişti." dedi gururla göğsünü kabartarak. "O zamanlar bunalımdaydım, gelgitlerim vardı. Kendimi öldürme düşüncesi hala çok baskındı. İdam sehpasında seni görmesem..." Gözlerini kaçırdı.

"Neyse... Babaannem babanın durumunu bana anlatınca yapmam gereken bir şey var mı diye onu kontrol etmeye gitmiştim. Birlikte kısa ama etkili bir konuşma yaptık. O sırada bana bunu verdi. Gerekmedikçe de asla kullanma dedi. Bu zamana kadar kullanmadım. E ama sen de kullanmam için beni zorladın. Zile basıyorum yok, sesleniyorum yok, telefonla arıyorum yok. Aklıma saçma sapan şeyler geldi."

"Ne düşündün mesela?" Bir süre cevap vermedi.

"Bunu konuşmak istemiyorum." Keyfi kaçmıştı. "Hadi çıkalım."

"Sen de tıpkı benim gibi çok mutlu olduğun bir anda sevdiklerini kaybettiğin için mutlu olunca kötü bir şey olacağı hissine kapılıyorsun. Seni çok iyi anlıyorum. Bunu sadece bu düşünce geldiğinde çok daha mutlu olmakla yenebiliriz."

"Evet, az önce tam da böyle oldu." Gülümseyip yüzüğü taktığı elimi öptü.

"O zaman gidelim." Elinden tuttum sıkıca. Gözlerime baktı. Bana bakarken gözlerinin içi gülüyordu. "Gidelim."

Kah gülüp kah durgunlaştığımız, elimizi hiç bırakmadığımız, ikimizin de zihninde arzu dolu düşüncelerin geçtiği, bu düşünceyi defetmek için bolca dudaklarımızın içini yiyip bitirdiğimiz bir yolculuğun ardından buluşma yerine geldik.

Her zamanki buluştuğumuz kafedeydik. Ancak içerisi inanılmaz sessizdi. Kendi ayak seslerimizden başka hiçbir şey duyulmuyordu. Masaya doğru ilerlerken Murat durdu ve tedirginlikle etrafına baktı. Bir şeyler ters gidiyor olmalıydı. Ben yine de bir anlam veremedim.

Masaya iyice yaklaştığımızda artık bu sessizliğin çok da hayra alamet olmadığını anlamıştık.

"Neler oluyor?" dedi Murat. Omuzlarımı kaldırdım. "Bilmiyorum."

Elektrikler kesilmeden önceki şalterlerin atmasına benzer bir ses geldi ve kafenin tüm ışıkları aynı anda sönüp yeniden yandı. Hemen sonra nereden çıktıklarını anlamadığım yüzleri maskeli iki kişi ortaya çıkıp Murat'ı kollarından tuttu. Demir gibi güçlü kolları, maskeli siyah bir üniforma vardı üzerlerinde.

"Bırakın beni! Bırak!" diye bağırdı Murat sertçe. Çaresizce sağa sola kıpırdanmaya çalıştı. Bir boşta kalan elime, bir onlara baktım.

"Sakın konuşma!" dedi boğuk bir sesle maskelilerden biri.

'Neler oluyor? Onu bırakın! Canını acıtıyorsunuz.' bile diyemiyordum. Sadece Murat'a bakıyordum bomboş gözlerle. Murat gözlerini kapatıp kaşlarını çattı.

"Gülnuuur! Gülnuuur!" Uzun ve öfkeli bir nara attı Murat. Gülnur mu? Neden onun ismini söylediğini anlamaya çalışıyordum. Keşke Nalan burada olsaydı...

Çok geçmeden Gülnur, yanında Nalan ile birlikte yanımıza geldi. Nalan'ı görünce rahatlayan içim zorla beni sandalyeye oturtup kollarımı sıkıca sandalyeye bantladığında daracık bir odaya hapsolmuş gibi daralmaya başladı. Murat bağırıp kurtulmaya çalışıyordu onu tutan kişilerden.

Bense sakince "Nalan?" diyebildim sadece. Yüzümde binlerce soru işareti vardı.

"Nalan yapma!" dedi Murat. Yalvarırcasına gözlerine bakıyordu. Nalan'ın ise başı dik, gözleri karşıya bakıyor, çenesi ağlamamak için titriyordu neredeyse.

Elmastan kömüre dönüşen gözbebeklerimi ondan alıp Murat'a çevirdim. Bakışlarım sadece hayal kırıklıklarıyla dolu değildi, öfkeli, gergin ve bir ok gibi fırlamaya hazırdı.

"Murat?"

Bir şey açıklaması için yüzüne baktım. Konuşmadı, önce yüzüme sonra arkadaşlarına baktı. Yaşadığım bir kabus olmalı diye düşünürken Murat'ın sesi kapalı alanı inim inim inletmeye başladı. Yoldan geçen biri bile bu acı haykırışı duyabilirdi.

Boğazım düğüm düğüm oldu. Islanan kirpiklerimi kırpıştırıp yukarı baktım. Ağlamamak için nefes alıp veriyordum. Sonra yeniden çevirdim bakışlarımı ona.

"Murat! Bir şey söyle!"

Sesim titriyor, içim cayır cayır yanıyordu.

"Sana sonu iyi olmayacak dedim." Gülnur bana bakarken yüzünde acı çektiğim için duyduğu haz ve mutluluk vardı.

"Dahası da var." Saçlarımı sıkıca tutup kafamı geriye çekti. Ardından büyük bir kahkaha attı.

"Beni Murat'tan ayırmanın bir bedeli olmalıydı. Sana söylemiştim. Ondan uzak dur demiştim."

Yüzüne bakmaya bile tiksiniyordum. Sustum. Bu ilk bağlanmışlığım değildi. İlk kez kötü bir haber de almıyordum. İlk kez hırpalanmıyordum da. Sakinliğime kendim bile hayran kalmıştım. Gerçi bu hayranlık Gülnur'un konuşmasına devam etmesiyle çok uzun sürmedi.

"Murat için sen, intikam uğruna evlilik oyunuyla kandırılan, uydurma bir hayat hikayesine inanıp kendini o mutsuz hikayede bile mutlu sanan zavallı bir kadınsın."

Ellerim bağlı olmasa yüzüne şiddetli bir tokat atardım ya şimdilik yüzüne tükürdüğümle idare etsindi. Daha çok sinirlenip karnıma şiddetli bir tekme attı. Murat bağırıyor, Nalan kılını bile kıpırdatmıyor bense iki büklüm öne doğru eğilip karnımdaki acı hissin geçmesini bekliyordum.

Kendimi biraz daha iyi hissettiğimde burnumdan soluyarak öfkeli bir şekilde ona baktım. Ben kötü kötü baktıkça keyiften dört köşe oluyor, beni daha çok hırpalıyordu. Her kelime arasında ya yüzüme ya karnıma yumruk atmaya devam ediyordu.

Dişlerimi sıktım, acıdan bir kez bile inlememek için kendimi zor tuttum. Ona bu keyfi yaşatmayacaktım.

Görevimiz Mutluluk 2Where stories live. Discover now