"Bak şimdi..." Huzursuz bir şekilde nefes alıp verdi anneannesi. "Beni de panik yaptırdın. Dur bi arayalım."

İçeri geçip telefonunu aldı. Murat da hemen arkasındaydı. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra ancak açıldı. Murat o sırada kapıyı açmış ayakkabılarını giyiniyordu.

"Sevde, kızım gecenin üçünde rahatsız ediyorum ama..."

Arkadan çığlık sesleri geliyordu. Ağlamalar, bağırışmalar...
"Kaybettik." dedi Sevde ağlayarak. "Onu kaybettik Meryem abla." Uzun uzun ağladı telefonda. Meryem cevap veremiyordu. Aklı bir anda gün yüzüne çıkan acılarına gitti. Kocasını hatırlamıştı.

Öldüğü gece birbirlerine sarılarak nasıl da güzel uyumuşlardı. Sabah uyandığında kocasının katılaşmış bedeni, soluk benizi, buz kesmiş soğuk teni karşısında donup kalmıştı Meryem. Ardından acı bir feryat koparmıştı da sesine tüm apartman ayağa kalkmıştı. Ani ölümlerin sebebi ne olursa olsun hissettirdiği çaresizlik ve acı hep aynı oluyordu. Her şeyi kabullendikten sonrası ise tarifsiz bir iç yanması, keder ve sessizlik.

Aylarca kimseyle konuşmamıştı Meryem. Yattıkları yataktan kalkamamıştı bile. Şimdi o günlerini hatırlayınca Sevde'nin çektiği acıyı iliklerine kadar hissediyordu da diyecek tek bir cümle dahi bulamıyordu.

"Ne olmuş anneanne?" Korkuyla yüzüne bakıyordu Murat. Bade hakkında kötü bir şey söyleyecek diye aklı çıkıyordu.

Anneannesi Sevde'ye cevap vermeyince; "Neyse, Bade'ye bakmam lazım, harap oldu. Dua et, görüşürüz Meryem abla." dedi Sevde titreyen sesiyle.

"Ay dur! Sevde!" Meryem'in kafası yeni yeni yerine geliyordu. "Hangi hastanedesiniz?"

Hastanenin ismini alır almaz telefonu kapattı. Başına bir şal, üzerine ince bir hırka aldı.

"Çabuk gidelim." dedi Murat'a.

"Söylesene anneanne Bade'ye mi bir şey oldu?"

"O değil oğlum, babası. Babası vefat etmiş. Bade'nin çığlıkları geliyordu arkadan."

Murat'la hızlı hızlı indiler merdivenleri. Arabaya çarçabuk bindi ikisi de. Murat öyle hızlı sürüyordu ki yetişemese Bade de ölecekti sanki. Meryem de bir o kadar sıkı tutunuyordu kapı koluna. Birazdan kaza yapacaklar diye ödü kopuyordu.

Dualarla hastaneye varılabilecek en kısa sürede ulaştılar. Murat park yerine arabayı gelişigüzel park etti. Anneannesini beklemeden koşarak hastaneye girdi. Nereye gideceğini biliyor gibi morga koştu. Daha merdivenleri inerken Bade'nin ağlama sesini duyunca içi cayır cayır yanmaya başladı.

Hızlı hızlı indi merdivenleri. Yanlarına ulaşmaya birkaç basamak kala Bade'nin sedyeye sarılıp avaz avaz bağırdığını gördü. Kendini hatırladı. Nasıl çaresiz bir andı. Yaşamanın kendine bu kadar suçlu hissettirdiği başka bir an bilmiyordu.

"Baba! Beni bırakma! Baba! Uyan! Kim dinleyecek beni baba! Kim sarılacak bana, kim bakacak bana baktığın gibi! Kim duracak arkamda! Baba!"

Ağlamaktan bitap düşmüştü. Ne Fatih ne de annesi onu sedyeden bir türlü ayıramıyordu.

"Bayan, bakın, artık çıkmanız gerek." diyordu görevli. Fatih kolundan tuttu ablasının. Onun da hiç gücü kalmamıştı ama bunu yapmak zorunda hissediyordu kendini. Herkesten daha güçlü olmak zorundaydı artık. "Abla, yapma, hadi gidelim."

"Nasıl gidelim Fatih? Nasıl! Babamı bırakıp nasıl gidelim?" Bade gözleri yaşlı babasına sarıldı yeniden. Murat daha fazla buna dayanamadı. Merdivenlerden indi. Önce Fatih ve annesine başıyla sessizce baş sağlığı diledikten sonra Bade'yi belinden tutup geri çekti. O sırada sedyeyi morga götürdüler.

"Baba! Hayır! Baba!" Kollarının arasında debeleniyordu Bade. Öfkeyle önünü döndüğü sırada Murat'ı görünce kısa bir şaşkınlık yaşadı.

Murat'ı düşündü o bakışlarda. Karısı ve çocuklarının cenazesini kaldırırken de böylesine derin bir acı mı hissetmişti? O aydınlık yüzlü çocukları, gülüşünü içine sığdıramadığı hayat arkadaşı kollarında bir gül gibi solup gittikten sonra gerçekten nasıl yaşamıştı?

Üstüne bir de bilmiş bilmiş eğer yaşıyorsan vardır bir sebebi demişti. Bunları düşündükçe daha çok kahroluyordu.

O an arkasını döndü. Sedye gözünün önünden kaybolurken babasının son nefesini verirken gözlerinden süzülen yaşlarını hatırladı. Daha birlikte yapacakları o kadar çok şey vardı ki.

Yeniden ağlamaya başlayınca Murat ona sıkıca sarıldı. Öyle ki, parmakları ona aynı acıyı yaşadığını hissettiriyordu.

"Bu nasıl geçer Murat? Bu acı nasıl biter?"

Derin bir nefes aldı Murat. Nefesi titriyordu.
"Geçecek. Bana güven Bade, bu acı geçecek."
O sırada kucağına yığılıverdi Bade. Yüzü bembeyaz, narin bedeni güçsüz, gözyaşları ıslak ıslak yanağında duruyordu hala.

Herkes 'Bade, Bade.' diye telaşla seslenirken Murat Bade'yi kucakladığı gibi hastanenin aciline götürmek için koştu. Burnu boynuna değdikçe aldığı koku onu Bade'ye daha çok bağlıyordu.

Damar yolu, serum, ilaç, sakinleştirici... Herkesin eli yüreğinde, Bade'nin uyanmasını bekliyorlardı ama aslında kimse Bade'in uyanmasını istemiyordu. Çünkü kimse o acı feryatları duymaya yeniden hazır değildi.

Yarı uyur yarı uyanık gözlerini açtı Bade.
"Babam." dedi. "Babam nerede?"

Herkes yeniden ağlamaya başladı. Bade de ağlamak istiyordu ama uyuşmuş gibiydi her yanı. Zihni bulanık, gerçekliği ayırt edemiyordu.

"Bade, canım, Bade!" Sude yanıbaşında gözleri yaşlı sarılıyordu ona. Karnındaki boşluğu başta anlamlandıramadı sonra gözlerini kocaman açarak ona baktı.

"Bebeğin? Bebeğin?" Telaşla elini karnına götürdü Sude'nin.

"Korkma, Güneş iyi. Evde. Annemle beraber. Haberi alır almaz geldim. Çok üzgünüm. Başımız sağolsun." Ağlayarak sarıldı yeniden.

Demek ismi Güneş'ti biricik yeğeninin. Bu kadar hengamenin içinde Fatih'e gözün aydın bile diyememişti. Fatih'le göz göze geldi o an. Gözlerinden yaşlar değil kan damlaması gerekiyordu artık.

Fatih'in gözleri kan çanağı, göz altlarındaki torbalar hüznün en acı göstergesiydi. Babası gözlerinin önünde eriyip giderken baba olduğuna sevinememişti bile.

"Fatih..." Boğazına dizildi Bade'nin cümleleri. İsterdi ki babası 'dede' kelimesini bir torununun ağzından duysun, onunla vakit geçirsin, anılar biriktirsin ama kaderin onlar hakkında başka planları olmalıydı.

Görevimiz Mutluluk 2Where stories live. Discover now