dudaklarını, dudaklarımla.

625 64 142
                                    

kim var kalbini yere serip?
kim var gönlünü eğleyip?
kim var gökleri şen edecek?
ben burdayım işte

Stresli ellerinden biri suratına yaslanmış, diğeri ise hemen altındaki masaya hızlı hızlı ritim tutarken hipnotize olmuş gibi önündeki manzarayı izliyor ve kafasını oradan başka yere çevirmeye çalışmıyordu bile. Son zamanlarda iyice uzamış olan siyah saçlarından birkaç tutam alnına dökülmüş, bu ona saçlarını tekrar kazıtma zamanının geldiğini hatırlatmıştı. Kafasında bir sürü düşünce oynayıp bir yığın gibi birikiyorlardı ancak dönüp dolaşıp hepsini geçiyor yine önündeki manzarayı atlatamıyordu. Draco'yu düşünüyordu mesela, olur da ters bir şey olursa Draco onları tüm okul boyunca kovalayacaktı evet ama asıl endişe duyduğu şey bu değildi, asıl korktuğu şey her şeyin çok daha kötüye gitmesi ve Draco'nun geri döndürülemez bir şekilde yara almasıydı.

"Anlamıyorum, başka biriyle konuşması seni bu kadar rahatsız ediyorsa neden onunla konuşmayı denemiyorsun?"

Pansy çikolatalı pudingini dürtüp dururken en yakın arkadaşlarının dramasına bininci kez göz devirdi, bu beyler neden her şeyi kendileri için bu kadar zorlaştırıyorlardı ki? Öğle yemeği saati gelmişti, yani bu şu demekti aslında; Draco ve Harry tam olarak dört saattir kulübedelerdi ve hala çıkmamışlardı. Hagrid'in zaten bir hafta boyunca kulübede olmayacağını biliyorlardı ancak hala gelmemiş olmaları bu olayın bir haftadan uzun süreceğinin korkusunu getirmişti.

"Bir şeyden emin olmam gerekiyordu." diye söze başladı Blaise gözlerini dakikalardır Oliver ile hararetli hararetli bir şeyler konuşan Ron'dan çevirerek, "Artık eminim, sonraki adıma geçemiyorum bir türlü sadece."

Pansy elini Blaise'in masada ritim tutan eline kapattı ve genç adamı durdurdu.

"Seni durduran hiçbir şey yok Blaise." dedi usulca, ses tonu anlayışlıydı. "Savaşlar olmazsa, ne kazançlar ne de kayıplar olur. Kaybedeceksen de bunun bilincinde devam etmelisin. Ya olsaydı ya olmasaydı diye düşünerek hayatına devam edemezsin."

Esmer olanın içinde sıcacık bir nehir aktı, yolunu buldu. Aslında başından beri ne yapacağını bilen o iç sesi bir adım öne çıkma cesaretini gösterdi. Yerinden kalkarken ve şimdi kapıdan çıkmak üzere olan Ron'un arkasından giderken de bu cesarete yaslandı.

"Weasley!"

Ron esmerin kendisinden emin sesiyle olduğu yerde duraksayıp Blaise'in kendisine yaklaşmasını suratında güzel bir gülümsemeyle bekledi. "Biliyorsun, burada Weasley diye bağırmak çok akıllıca değil." dedi sonra alayla. "Sana tam dört kişi efendim diyebilir."

Blaise onun alayla kıvrılan dudaklarına, parıl parıl cam mavisi gözlerine ve meydan okuyan yüzüne hayranlıkla bakakaldı, her zaman nasıl oluyordu da böyle keyfini yerine getirebiliyordu, hayret etti üzerindeki etkisine. "Ben sadece bir tanesinin efendisi olmak istiyorum." dedi aynı meydan okuyan surat ifadesi onun da yüzünde parıldadığında. Kuzey kulesine giden ve diğer koridorlardan çok daha ıssız olan koridora gelmişlerdi bile konuşurken, Ron suratının kızarıklığını başkaları görmediği için memnun oldu çünkü tam şu an suratı alev alevdi.

"Bu biraz erotik oldu." dedi altta kalmamak için ancak sesi çok kendisine güvenir gibi çıkmadı, alaycılığı masanın altına kaçmış ve saklanmıştı bile. Blaise daha çok sırıtmaya başladı. Herkes hala yemekte olduğu için bulundukları koridorda kimse yoktu ve kendisi ayarlamaya çalışsa bunu beceremeyeceğinin bilincinde bunu bir işaret olarak algıladı. "O da olur." dedi alayla.

Ron gözlerini devirirken gülümsemesini bastırmaya çalıştı. "Rüyanda mı?" diye fısıldadı Blaise'e bir adım daha yaklaşarak. Öyle çok fazla bir boy farkları yoktu o yüzden göz göze bakıyorken dudaklarının ne kadar da yakın olduğuna hayret etti Ron ve ona yaklaştığına pişman oldu.

you were my everything // drarryWhere stories live. Discover now