II

12 1 1
                                    


                               🕯

"Bulaşıcı mıdır bir insanın hisleri? Bulaşıcı değilse eğer neden ben senin gibi oldum? Her haraketini ezberledim, yaşadığın her duyguyu kendime yaşatmak istedim, sen acı çekince, ben kendime yaşatmak istedim o acıyı, mutlu olunca mutlu oldum, üzgünken senle üzüldüm, sinirliyken seni kim sinirlendirdise ona sinirlendim, ben her duyguyu senle yaşadım Kutay. Ama şimdi nerdesin diye sorsam, bana bir cevap gelmez değil mi?"

17.12.2012

"Merhaba" diyerek açılan kapıdan bana bakan gözlere seslendim, adını bile bilmediğim bu adamı görmek için gelmiştim buraya kadar. Elimdeki küçük tabağa mandalinaları doldurup gelmiştim adeta. Kış ayı tabi, mandalina severdi umarım. "Ah, Merhaba" diye hafifçe tebessüm ederem gülümsedi yüzüme. O kadar güzel gülüyodu ki, yazmaya kalksam kağıt yeter miydi onu bile bilmiyodum. Bir insana ilk görüşte aşık olduğun zaman görünüşünü beğendin derlerdi, ama bu öyle değildi. Minimal bir suratı vardı. Siyah gözler ve kıvırcık siyah saçları vardı çocuğun. Burnunun etrafında, yanaklarına özenle serpiştirilmiş gibi görünen çilleri...yine daldım gittim.

"Ben bir ön sokakta oturuyorum da, yeni taşınmışsınız, yardım etmek istemiştim" tabağı hafifçe ellerine doğru uzattım. Gözlerinde sanki buruk bir tebessüm vardı, yüzü gülümsüyordu ama gözleri...

"Neden zahmet ettiniz ki, çok incesiniz" elimdeki tabağı alıp içten bir gülümseme yerleştirdi suratına, bense sadece yüzüne bakıyodum, her haraketine dalınır mı ki? Bu kadar yakışıklı, hayır hayır güzel olmasıı adil değildi. Bir cümlesi de mi içini ısıtırdı insanın. "İçeri gelmez misiniz?" Bedenini hafifçe yana kaydırarak eliyle içeriyi gösterdi. Ben her haraketini aklıma kazırken, nasıl konuşayım ki seninle? Gözlerine bakmaktan doyamazken nasıl yüzüne bakmadan durabilirim ki? Yaninda nasıl elim ayağım dolanmadan durabilirim ki? Söyle bana Cehennem'im.

"Yok ben gideyim, evde işlerim var da, ben size bir tabak daha mandalina getiririm" evet, daha ilk konuşmadan saçmalamaya başlamıştım bile. Daha doğru dürüst cümle bile kuramıyordum. Karşımdaki çocuktan ufak bir kıkırtı geldi. Hoşuna gitmiş olsaki yanaklarında aniden gamzeler oluşmuştu. Ne güzeldi onlar öyle, yüzünün her detayı güzelken, neden bu gamzeleri böyle saklamışsın. Şiir gibiydi, baştan sona okursan oku, yine de doyamazmışsın gibiydi o.

"Bekleyin, hemen geliyorum" diyerek içeriye doğru koştu, 5 dakika bile geçmeden elinde bir tabak küçük kekle geri dönmüştü. "Mandalinalı kek var, umarım beğenirsin" ellerimi tutarak tabağı avuçlarıma yerleştirdi. Temas, bedenim yanıyordu şu anda. Hayır, ateşim yoktu. Hava sıcak da değildi, aralık ayındaydık. Peki bu beni baştan sonra yakan sıcaklık neydi? Yanaklarımın kıp kırmızı olduğundan o kadar emindim ki, şu an utancımdan yere girebilirdim.

"Ben, şey, çok teşekkürler, görüşürüz" diyerek koşmaya başlamıştım. Bu kadar utanmak yeterdi. "Hey, ismini öğrenmedim?" Diyerek arkadan bağırmıştı çocuk. "Hey mandalinalı kız!" Doğru, çocuğun ismini ögrenmeyi unutmuştum!?

"Ben kalbimde her hissi yaşamışken, sen benim kalbimi süsleyen en güzel hiss oldun. Senin yaptığın her şeyin en ince detayına kadar hatırlarken bile, neden bana bunu yaşatıyosun? Susarak geçmiyodu, ama anlatıyorken de geçmiyodu Kutay. Herkesi pes etmemesi için ikna eden kız, hikayenin sonunda pes ediyormuş Kutay, dayanamıyorum. Ruhum acıyo sensizlikten"

- Ruhu ağrıyordu, yüzü her zaman gülüyor olsa bile...

Bitmeyen MektupWhere stories live. Discover now