ben öyle birini sevdim ki, balı ve zehri vardı

604 89 179
                                    

"Yemin ederim bir savaşı bitirebilecek kadar güzel olan gülüşü benim içimde bitmek bilmez bir savaşa neden oluyordu."

*****

Ağustos 1916, Somme Nehri kıyıları

Tanrı'ya insanların içine nefret ve kıskançlığı ektiği için kızıyordum. İki yıldır sürüp giden bu katliamın başından beri kızacak başka birilerini bulamadığım için ona kızıyor ve bunca insandan belki de daha günahkar oluyordum fakat umrumda olduğu söylenemezdi. Zaten benim ellerime de ilk kanın bulaştığı gün ben de onların günahlarına ortak olmuştum. Artık benim de elim silah tutuyordu. Bir zamanlar piyano tuşları üstünde dans eden parmaklarıma barut kokusu sinmişti.

Elime ilk silah verileli beş ay olmuştu sanırım. Savaşın artık biteceğine dair kimsenin umudunun kalmadığı, halkın gittikçe sefil düştüğü ve işimden çıkarılalı üç ay olduğu için bunalımda olduğum bir zamanda askerler evimize gelmiş ve askere çağırmışlardı. O günden tam bir yıl önce de evimize askerler gelmişti fakat bu seferki hiç de alışkınmışım hissi vermemişti.

Annem önce eşini sonra da oğlunu savaşa kaptırmasının sonucunda bunalıma girmişti. Ben daha evden ayrılmadan önce anlamıştım bunu fakat elimden hiçbir şeyin gelmemesi işe yaramazın teki gibi hissettirmişti. Zaten elimden de bir şey gelmemişti. Annemi, yaşlı büyükannemi ve henüz yedi yaşındaki kız kardeşimi sefaletin ortasında bırakmak zorunda kalmıştım, her erkek gibi.

Üzerime büyük gelen bir üniforma, elime ise bir silah vermişlerdi. Kullanmayı bile bilmiyordum. Birkaç günlük güya kampta öğretmişler ve sonra da cepheye göndermişlerdi. Sonunda ben de ülkem için işe yarayacak olmanın gururuyla savaşın korkusu arasında sıkışıp kalmışken cehennemin ortasında bulmuştum kendimi.

Her yerde kan vardı. Korku vardı, acı vardı, ölüm vardı. Zaten son bir buçuk yılım huzurlu değildi lakin hayatımda daha önce hiç bu kadar iğrenç hissetmemiştim. Burası bambaşka bir şeydi.

650 bin kişinin öldüğü söylenen o cepheden ben nasıl oldu da sağ çıkabildim bilmiyordum. Orada neler olduğunu hatırlamıyordum da. Rüyalarıma giriyordu fakat sonrasında unutuyordum sanki. Zaten sürekli zihnimde dolanıp dursalardı delirirdim. Oradan delirmeden çıkmış olmam da bir mucizeydi.

Oradan ayrılıp da Somme'nin kıyısında patlak veren savaşa götürüleli ise kısa süre olmuştu. Burası daha beterdi fakat artık o kadar hissizleşmiştim ki yanımda yitip giden canları görmezden gelebiliyordum. Elim daha iyi silah tutuyordu, ellerimde bir daha hiç çıkmayacağını düşündüğüm bir barut kokusu vardı ve ben en korktuğum yerde en korktuğum şeyi yapıyordum. Adam öldürüyordum ben. Ve aylar önce onun neden öyle söylediğini çok iyi anlıyordum artık. Askerlik adam öldürmenin meşrulaştırılmış haliydi gerçekten de.

Bir de o vardı. Antonin Minho Lee. Adı bir gün bile zihnimden çıkmayan adam. Yalnızca adı değil, yüzünü bile aklımdan çıkaramamıştım bir gün olsun. Artık babamın yüzünü unutmaya yüz tutmuşken bir yabancının her gün zihnimde beliren görüntüsü yüzünden kendimi iğrenç hissetsem de buna engel olamıyordum. O gittiği günden beri içimi ilmek ilmek doldurmuş ve artık benden hiç ayrılmayacakmış gibi ruhuma işlemişti sanki. Başlarda bu durumdan korkmuştum. Onu düşünmek, onun için endişelenmek, tüm bunların sebebini sorgulamak ve sonucunu düşünürken de bir erkeğe bunları hissettiğimin gerçekliği beni korkutmuştu. Yanlış duygulara kapılmış bir günahkar olmak ruhuma ağır gelmişti fakat yemin ederim yanlış olamayacak kadar gerçek ve doğru hissettiriyordu. Onu bir daha göremeyeceğime olan inancım bile tüm bu azap dolu hisleri bitiremezken bunların yanlış olduğunu düşünmek saçma geliyordu zaten.

in this shirt [minsung]حيث تعيش القصص. اكتشف الآن