Bugün. Bugün kardeşimin cenazesi vardı. Cenaze töreni. Hızla kalktım. Beni gören Emel teyze hala buruk sesiyle akşamdan beri ilk kez bir şey söyledi. "Ege, nereye oğlum?" dedi. Bende yanına gidip üzgün olduğumu belli etmeyerek "Emel sultan bugün cenaze var. Pijamayla katılamam değil mi?" diyerek Emel teyzeyi öptüm ve kapıya gittim ama ufak bir sorun vardı. Ayakkabılarım yoktu. Emel teyze bunu farketmiş olacak ki "Sana şimdilik Mete amcanın terliklerini vereyim olur mu? " sakince evet manasında gülümsedim.
Ve üstüme baktım ayağımda terlikler, altımda pofuduk mavi hamburger resimli pijamam, üstümde ters dönmüş bir tişört ve dağılmış saçlar. Bir gün bu şekilde dışarıya çıkacağımı söyleseler onlara kahkaha atardım. Ama şimdi 5 sokak ilerideki evime giderken ne adımlarımı hızlandırıyordum, ne de insanların bana bakışını umursuyordum. Nefes almak harammış gibi geliyordu. Aldığım her nefes akciğerlerime değil kalbime gidiyordu sanki. Kalbim her zamankinden çok atıyor, her zamankinden az kan pompalıyordu. Ben bunları düşünürken eve varmıştım bile. Eve geldiğimde kapıyı annem açtı. Ve açar açmaz ağlamaya başladı. Sarıldım. Ağlayışımı görsün istemiyordum. Biraz ağlaştıktan sonra odama çıktım. Ve odamı darmadağın ettim. Neredeydi bu misket? En sonunda bulup onu üstümün cebine sıkıştırdım. Saate baktım. Çıkmalıydık. Annemin odasını tıklattım. ''Esra sultan. Hazırsan çıkalım hadi.'' Birkaç tıkırtıdan sonra kapı açıldı.   

♫♪♫♪♫♫♪♪

''Helal ediyor musunuz?!''

''Helal olsun!''

''Helal ediyor musunuz ?!''

''Helal olsun!''

Cenaze töreninden aklımdan kalan tek cümleydi. Beynim, aklım, kalbim, ellerim, kollarım, her bir hücrem, her bir atomum yok olmuştu 2 saat boyunca ölüydüm. Onun ölü bedenini toprak altında görmek... Size şöyle söyleyeyim aynı anda bir arabayla kemiklerimi kırsanız bu acının yanında hiçbir şey kalırdı. Hatta kahkaha dahi atabilirdim.
Şu an mezarının yanına oturmuş sessizce mezar taşını izliyordum. Hava kararmıştı. Irmak ve Emel teyzeyi toparlanmaları için zorla eve yollamıştım. Kimi kandırıyorum? Ben kendimi toparlayamamışken onların toparlanmasını beklemem ne kadar saçmaydı? yalnızca Deniz ile yalnız konuşmak istemiştim. Şimdi bana bencil filan demeyin. En doğrusu buydu. İsminin üzerinde ellerimi gezdirdim "Deniz Demirel.'' Bir damla istemsizce gözlerimden düşüp onun toprağını ıslatmıştı bile.

''Kardeşim... Neden? Neden gittin? Bu kadar seviyorsan neden onu, beni, bizi neden bıraktın ha? Derdini anlatsaydın kardeşim. Bulurduk çözüm. Hem seni üzmeden hem kızı üzmeden, bulurduk bir şeyler kardeşim. Neden yarım bıraktın bizi? Sende mi yarımdın sekiz yıldır? Yarım kalmak kötüymüş kardeşim. Daha şimdiden özledim seni. Gülüşünü, sesini, manyaklıklarını... İnsan sevdiğinin değerini kaybedince anlar derler. İnanmam ben onlara. Ben sen yanımdayken de bilirdim değerini. Yanımdayken bilirdim de yarımken düşünemiyorum ki bileyim. Sen benim kan bağım olmadan sevebildiğim, kardeşim değil, canım, yarım, kalbim, dünyamdın be kardeşim... Bırakman için çok erkendi. Neden yaptın kardeşim... Neden kıydın canına, canıma..." Konuşmaya gücüm kalmamıştı. Nefesim sanki üç saattir koşuyormuşum gibiydi. Ağlarken konuşmaktan bu yüzden nefret ediyordum. Tam sessizliğe dalmışken bir kızın sesiyle irkildim.

''Başın sağ olsun.''

Arkamı döndüm. Bir mezarın mermerine oturmuş kollarını bacaklarına sarmış bana bakıyordu.

''Sağol. Seninde başın sağ olsun '' dedim

Önüme döndüm. Deniz'in mezarının yanındaki toprağa sırtüstü uzandım ellerimi kafamın altında birleştirdim. Yıldızları izlemeye dalmışken bir yıldız kaydı. Gözlerimden yaşların akmasına izin verdim. Ve sessizce ağladım. Kimse duymadan. Tıpkı Deniz'in ölürken yaptığı gibi...

♫♪♫♪♫♫♪♪

Ne zaman sabah olmuştu bilmiyorum ama tam 8 saat boyunca yıldızlarla bakışmıştım. Deniz'in mezarının yanında uzanmış bir biçimde hiç kıpırdamadan tam 8 saat boyunca. Artık kalkmam gerektiğini anladığımda hafifçe öksürdüm ve yavaşça kalktım. Daha sonra Deniz'in mezarına dönüp ''Bak kardeşim ilk gün yalnız kalma diye yanındaydım. Karanlığı sevmezsin biliyorum. Ama bak ben yanındaydım. Korkmadın değil mi? Yanmadı canın? Rahat mısın orada? Ben şimdilik gidiyorum ama bugün yine geleceğim kardeşim. Gidip annene ve Irmağa bakmam gerek.'' diyerek yavaş adımlarla mezarlıktan çıktım ve eve doğru yürüdüm.
Önce bizim eve girdim. Kapıyı açan annemin gözleri hala kan çanağıydı içeri girip anneme sarıldım. Kokusunu içime çektim. Kim bilir cennetin kaçıncı kokusuydu? Sonra başı göğsüme ancak gelen annemin gözyaşları giydiğim tişörtü ıslatmaya başladı. Gözlerim doldu. Ama hayır. Ağlamayacaktım. Ağlama kotamı aşmıştım. "Annem. Gözünü seveyim ağlama. Zaten kalbim paramparça, birde sen tekme atma.'' Eğer keyfim olsaydı cümlemin kafiyeli oluşuna gülebilirdim. Ama tebessümüm bile sahteydi iki gündür. Annemle biraz konuştuktan sonra evden çıkmıştım.
Denizlere gidiyordum. Kapıyı Irmak açtı. Gözlerinin beyazı kırmızının en koyu halini almıştı. Onun için yapacak bir şeyim olmadığından gülümseyip içeri girdim. ''Emel sultan, ben geldim, terlikleri de getirdim'' dedim ama ses gelmedi, ''Emel sultan?'' dedim ve endişelendiğini belli eden ses tonuyla Irmakta arkamdan ''Anne? '' diye seslendi. Hızlı adımlarla mutfağa girdiğimde Emel teyze mutfakta boylu boyunca yatıyordu. Bayılmış olması için içimden dualar ederken yanına çöktüm ve kalbine kafamı koyarak kalbi atıyor mu diye baktım. Irmak'a hemen kolonya getirmesini söyleyip Emel teyzenin başını dizime koydum. Irmak kolonyayı getirince Emel teyzenin burnuna tuttum. Bir kaç dakika sonra Emel teyze gözlerini açmıştı.
"Kendine gel Emel teyzem, lütfen. İkinizde kendinize gelin. Bir an öldün sandım Emel teyze! Bir daha böyle yapma. Biliyorum üzgünsünüz içiniz yanıyor. Ama bir ölümü daha kaldıramam. Lütfen.'' dedim. Sonlara doğru sesim çatallaşmıştı. Öksürdüm ve devam ettim. ''En azından benim için yaşayın...'' 

♫♪♫♪♫♫♪♪

Merhaba, arkadaşlar. Bu bizim ilk hikayemiz. Biz kimiz? Bengi ve Sinem.

Umuyorum ki hikayemizi beğenirsiniz. Bundan sonra bölümler her pazartesi gelecek.

EGE DENİZİWhere stories live. Discover now