2. Bölüm

407 30 1
                                    

İşte, Lucas oradaydı. Biraz önce Dylan'ın oturduğu ve derin derin düşündüğü kayaları elindeki fenerle inceliyordu. İçtiği sigaranın küllerinden başka bir şey bulamayacağına inanıyordu. Onlar da çoktan uçmuş gitmiştir, diye düşündü. Gece karanlığında, ara sıra gözüne çarpan el fenerinin ışığını izledi. "Hâlâ bu dangalak ne arıyordu orada?" Son günlerde biraz paranoyakça davrandığının farkındaydı. Ama bu sefer farklı hissediyordu. Kim olduğunu anlamaları an meselesiydi. Ne kadar umurunda olmasa da, işi bitene kadar kim olduğunu bilmemeleri gerekiyordu. Sırtındaki derin çiziğin sızlamasıyla, nefes alışları durdu. Umarım fark etmez, diye düşünmekten kendisini alamadı. "Yok artık! Bu karanlıkta sivri bir kaya ucundaki kanı fark edecek kadar psikopat olamazdı. Olabilir miydi? Tanrı belanı versin Lucas," dedi fısıltıyla. Son bir görevi kalmıştı. Öldükten sonra kokuşmuş cesedini bulsaydı ne olurdu sanki?


Yapabileceği başka bir şey olmadığını fark edince beklemeye devam etti. Eğer kan izini bulabilirse, DNA profillemesinden hakkındaki her şeyi ele geçirmiş olacaktı. Ya yakalanırsa? Ya görevini tamamlayamadan ölürse? Acaba, telefon açsa ve son bir görevi olduğunu söylese, kabul eder miydi bu dangalak aynasız? Nasıl bu noktaya gelmişti? Hâlbuki her şeyi çok iyi planlamıştı. Yeni vatandaşlık numarası, Slovakya'dan aldığı doktorluk lisansı. Her şey ama her şeyi kılıfına uydurmuştu. Yeni yüzünü de kimse tanımıyordu. Yeni saç şekli ve kaba sakalıyla ölmüş annesi bile onu görse tereddüt ederdi.


Bunları düşünürken az ilerisinden geçen devriye botunu fark eder etmez, tekrar suya dalmak zorunda kalmıştı. Üstelik kesik kesik aldığı nefesi yüzünden ciğerlerini nefesle dolduramamıştı bile. "Tanrı belanı versin Lucas," diye içinden tekrarladı. "Her şeyi altüst etmeye nasıl da meraklıydı. Sanki ölenler akraban," diye düşündü. Kafasında, kayalığın bittiği yeri hesaplayarak yüzmeye başladı. Kayaların başladığı yerde kayaların dibine saklanacak ve karanlıkta görülmemeyi umacaktı. Nehirde devriye atan botun dev projektörü, anadan doğma körün bile gözlerini açacak parlaklıktaydı.


Nehrin yüzeyi ara sıra fenerin ışığıyla birleşerek, sahne alan bir arya şarkıcısını aydınlatırcasına ortada parıldıyordu. Kayaları el yordamıyla bularak, dibine saklanmayı başarmıştı. Sadece kulaklarının üst kısmıyla birlikte gözleri dışarıdaydı. Megafondan gelen yırtıcı bir ses, denizde bir hareketlilik olmadığını, kayaların üzerinde bir sağa bir sola gezinen adama haykırıyordu. Kayalardaki adam kolay vazgeçeceğe benzemiyordu. Kayalıkların üzerini göremese de, botun tekrar dev projektörüyle nehri taramaya başlamasından, dangalak Lucas'ın onlara işaretle verdiği emri tahmin edebiliyordu.


Küçük Kevin gelmişti gözlerinin önüne. Her şey onun için değil miydi zaten? Daha 5 yaşındaydı Kevin. Her şey bir arkadaşının Kevin'a kalp anjiyografisi çekmesiyle başlamıştı. Christin, Kevin'a babasının bakmasını istemiyor, evham yapar diye korkuyor, bir şeyleri gözünden kaçırır korkusunu üzerinden atamıyordu. Gerçekten de Sanford, Kevin'ın rahatsızlığının bahsi geçince tuhaflaşıyor ve kontrolünü kaybediyordu. Kevin'a kalp yetmezliği teşhisi konmuştu. Sanford, ne kadar çabalarsa çabalasın, oğlunun günden güne ölüme yaklaşmasını engelleyemiyordu. Küçük çocuk 20 metre kadar yürüdü mü neredeyse soluksuz kalıyordu. Sanford ve Christin tamamen çaresiz kalmış, çocuklarının günden güne erimesini izliyorlardı. Binbir güçlükle ayarladığı yeraltı bağlantıları aracılığıyla Çin'de, Hindistan'da, Filistin'de ve bunlar gibi ülkelerde bile tarama yaptırmış fakat uygun bir donör bulamamıştı. Bulunursa, yüksek bir bedel ödeyerek o kişiyi satın alacaktı. Bunları karısından ve arkadaşlarından gizli yapıyor, kendisinin bu çabalamasından dolayı, kimsenin Kevin'ı umursamadığını düşünüyordu.


İyice kontrolünü kaybetmişti. Artık ameliyatlara giremiyor, kafasında dönüp duran acıları dindiremiyordu. Çalıştığı Portland Hastanesi'nde başarılı bir cerrah iken şimdi sadece Chris'le birlikte Kevin'ın başucunda ölmesini bekleyen bir babaya dönüşmüştü. Çoğu zaman, gelen hemşireleri ve doktorları azarlayarak kapıdan kovuyordu. Kevin'ın, babasının çalıştığı hastanede tedavi görmesine rağmen, hastane masraflarını ödeyemez duruma gelmesi fazla sürmemişti. Başarılı bir cerrah olması sayesinde biriktirdiği serveti eriyip gitmiş ve o bunun farkına varamayacak kadar Kevin için kaygılı bir adama dönüşmüştü.


O lanet gün, gelip çatmıştı. Kevin'ın gülümseyerek bakan gözleri, yavaşça kapanmış ve Sanford, hastabakıcıların güçlü kolları arasında, Doktor Harrison'ın müdahale etmesi için sürüklenerek kapı dışına çıkarılmak zorunda kalmıştı. Bütün umutlar tükenmişti. Christin, Tanrıyı ve kaderi suçlayan gözlerle, yere çökmüş ve hastane koridorlarında inleyen küfürleri, sarf eden kocasına bakıyordu. Hiçbir şey yapamıyorlardı. Birkaç dakika sonra, odanın kapısı sessizce açılmıştı. Şuursuzca ve kimseyi umursamadan küfürler eden Sanford, üzgün ve umutsuz bakışlarla dışarı çıkan Harrison'ın ağzından çıkmaya hazırlanan "üzgünüm" kelimesiyle bir anda ayağa fırlamış ve cebinden ayırmadığı uğurlu neşterini çoktan sallamaya başlamıştı bile. Elbiselerini geçerek, göğsünde ince bir yarık açılan Harrison, var gücüyle Sanford'u yere yuvarlamış ve hastabakıcıların müdahalesiyle uzaklaştırmayı başarmıştı. Gitmişti Kevin. Hem de bir anneler günü'nde. Uğursuz bir pazar günü. Sanford, o pazar gününü hiç unutmayacaktı. Kapıdan çağırılan güvenlik görevlileri, Sanford'un biricik Kevin'ına veda bile etmesine izin vermeden polise teslim etmişlerdi. Harrison, ne kadar şikayetçi olmadığını söylese de Sanford, adaletin sıkı pençesince kavranmış ve biricik oğlunun defin işlemlerini bir hapishane aracından elleri kelepçeli izlemek zorunda kalmıştı. Hâkim, bu adama dengesiz de olsa sabıkası olmamasından ve bir cerrah olmasından dolayı her türlü indirimi uygulamış fakat, jürinin aşırı baskısı sonucu 12 ay ağır hapis cezası vermek zorunda kalmıştı. Cezanın infazı hemen uygulanacak ve zaten Sanford'un ödeyecek parası kalmamış olsa da para cezasına çevrilemeyecekti.

OrganizeDonde viven las historias. Descúbrelo ahora