"Bana hâlâ güvenmiyor musun?" dedim ona.

Rahat gözükmek için arkasına yaslanıp cevabımı verdi. "Elbette hayır Tony. Sen Çapa kızına aşıksın. Seni bırakırsam ilk an da ona koşarsın. Alfa'da bile olsa, onca kurtun arasına bir vampir olarak gitmen zerre umurunda olmaz."

William beni çok iyi tanıyordu ama hatası vardı; o istese bile ben gitmezdim. Zaten bu yüzden hapis olmaktan rahatsız oluyordum ya.

"Will, inan bana zerre umurumda değil Liyan. Ama nasıl biri olduğumu biliyorsun. Bu kadar özgürlüğümü kısarsan sen daha farkında olmadan ben çoktan buradan gitmiş olurum."

Hiç tepki vermeden yüzüme baktığında ciddi olduğumu biliyordu. İstesem buradan çoktan giderdim hem de çok rahat şekilde.

"Tamam. Ancak işimi şimdilik şansa bırakamam. Bir süre daha benimle olacaksın. Zamanı gelince istediğini yapmakta özgürsün kardeşim." Bunu söylerken son derece ciddi, kendinden emin bir tavır takınmıştı.

"Kazanacağına nasıl bu kadar eminsin Will?" diye sordum. Neyine güveniyor merak ediyordum. Liyan'a karşı taht krallığına savaş ilanı etmiş, dışarıda bizi her kuytu köşede bile didik didik arayan kurtadamları peşimize takmışken bu rahatlığı inanılmazdı.

Ben herkesin iç sesini duyabilir ve onlara istediğimi düşündürebilen ve aynı zamanda o düşünceyi sanki canlıymışçasına hayal ettirebilen hipnoz bir yeteneğe sahiptim. Ağabeyim dahil diğer birçok vampirin bu tür özellikleri yoktu. Derler ki "Dönüşüm esnasında neyi çok düşünüyorsam o güce eviriliyordu" çünkü vampir zehrinde de çok nadir de olsa büyü mevcuttu. Zaten Will'in beni sırf bu özelliğim için yanında tutuğuna emindim. Ha! Bir de benim ona rakip olmayacağımdan emin olmak istediğinden tabii.

Herkes gücü severdi ancak Will; o tapardı.

Güç demek herşey demekti onun için. Kurtadamlara karşı elinde bir şans vardı ve onu kullanarak sadece Dünya ve Alfa arasında ki bütün kurtları öldürmek değil; şimdi sırf Liyan sayesinde beş diyara hükmederken işbirlikçi ortağına da yardımcı olmakta istiyordu.

Ya da, o öyle sanıyordu!

"Buna!" dedi ve en başından beri elinde tutuğu kırmızı yakutlu bastonu göstererek yere vurdu ucunu.

Bir anda hızını kullanmadan yanımda beliriverdiğinde altındaki boşluk yüzünden Rose şaşkınca etrafına bakışıyordu.

"İşte bu kardeşim! Bizi zafere... Hak ettiğimiz yere götürecek olan nesne, işte bu!" dedi, gözlerinin içi gülüyordu sanki hayal ettiği şeyler yüzünden.

Onu cesaretlendirmekten zevk almasam da, "Umarım Will. Umarım her şey hayalindeki gibi olur da, bende ONE DROP barımda ki huzurlu ve yalnız günlerime geri dönerim." dedim ama planlar sözlerimizden farklıydı.

William tekrar bastonun ucunu yere vurduğunda kapıda belirmişti.

Yüksek sesle, "Hadi kardeşim! Bizi bekleyen kaderin altın tahtına giden yolun değerli taşlarında yürüyelim. Yıllar önce bizim olması gerekenlere kavuşmanın vaktine az kaldı!" diyerek ilerlemeye başladığında Rose arkasından bana göz kırpıp giderken, elini Will'in beline koyup birlikte tekrar bastonun yere vurma sesiyle ortadan bir anda yok oldular.

Önümdeki yuvarlak orta sehpa masada bulunan içkiye uzanıp elime alırken aklımda tek bir söz vardı.

Dişlerimin arasından alayla çıkan bir ses ve, "Tıh! Altın taht mı? ...Sen öyle diyorsan ağabey!"

*****
Alfa Sarayı.
Taht salonu.

Şu an karşısında inci dişleri ile gülerek bakan Kutsal Kraliçe vardı.

MECBURİ MÜHÜR ~ Beş Diyarın EfendisiWhere stories live. Discover now