Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası

En başından başla
                                    

  Kokarak geri çekildim, az önce taşların üzerinde gezinen titreyen elimi arkama gizledim. "Bu da ne böyle?"

  Zeus dikkatli bir şekilde bana yaklaştığında gerilememek için kendimi zor tuttum. "Zaman sadece ileri ve geri akmaz," derken sesi ondan beklenmeyecek kadar yumuşaktı. "Bazen yanlara doğru da açılıp genişler. Senin ait olduğun zaman ile Rae'nin zamanı ise birbirine ne kadar bense de aslında ters yönde akmaya planlılar."

  Gerimizde bir yerlerde insan seslerinin geldiğini duyabiliyordum ama konuştukları dili bilmediğim için ne dediklerini de anlayamadım. "Zamanı bölen sensin," dedim Zeus'a.

  Zeus başını yavaşça salladı, yürümeye devam etti. "Onlara kıyamadım," derken bilinmeyen tanrıları kastettiğini anladım. "Her zaman babam gibi olmaktan, kendi çocuklarıma zarar vermekten korktuğum için onlar için iki ayrı zaman yaratmanın beni güçlü kılacağına, eşsiz yapacağına inandım." Eğilip yerden bir taş aldı, taşı ellerinin içinde sıktığında ufalanan parçalara baktı. "Ama sanırım bu benim babamdan da korkunç birine dönüştürdü."

  Tuhaf giyimli insanlar görüş açıma girdi. Üzerlerindeki kıyafetler ve başlarına taktıkları komik şeylerle etrafta geziniyor, birbirlerine yine o anlamadığım dilde bir şeyler anlatıyorlardı. Bizi göremediklerini biliyordum, görselerdi eğer bu kadar rahat bir şekilde dolaşamayacaklarını biliyordum.

  "Bana bunları neden anlatıyorsun, Zeus?" Öfkem midemden yukarı tırmandı, boğazımı parçalayacak kadar yüksek bir hızla ağzımdan taşmayı bekliyordu. "Anlattığın hiçbir şey yaptıklarını değiştirmeyecek, benden tüm bunları çocuklarının iyiliği için yaptığına inanmamı bekleyemezsin."

  Zeus kesin bir şekilde, "Beklemiyorum," dedi. "İnanmanı da anlamanı da beklemiyorum. Sadece görmeni istiyorum."

  Arkamdan garip bir ses yükseldiğinde elimde olmadan sıçradım. Bir kadın elinde tuttuğu küçük bir nesneyi hemen yanımda yükselen harabeye doğrultmuştu. "Daha açık olmalısın," derken gözlerimi kadının elinde tuttuğu nesneden ayıramıyordum. Parlaktı ve ürkütücü bir şekilde kadın ona her dokunduğunda etrafa cılız bir ışık yayıyordu.

  Zeus'un gri gözleri önce şehirde sonra da gökyüzünde dolaştı. "Senin zamanında, binlerce yıl sonrasındayız. Troya artık insanların gelip yalnızca ziyaret ettiği ve hakkındaki hikayeleri dinlediği düşmüş bir şehirden başka bir şey değil," dedikten sonra bu sefer gözleri benim suratıma indi. "Bu zamanda ne Rae'nin ne de senin ismin biliniyor. Ben bile onlar için eski hikayelerde yaşayan bir isimden ibaretken sizin varlığınız çoktan tozlara karıştı."

  Zihnim duyduklarımı idrak etmeye çalışırken kalbim ise gerçeği çoktan kavramıştı. Bu harabeye dönmüş şehre adımımı attığım anda yüreğim burayı tanıdığımı bana hissettirmişti. "Bu önemli değil," diye fısıldadım. "Bizim zamanımızda şehrimiz hala ayakta."

  Zeus'un kaşları havaya kalktı. "Öyle mi dersin?" derken sesindeki ton çok daha fazlasını bildiğini anlamam yol açtı. "Dilersen sizin zamanınıza da gidip şehrin son halini görebiliriz."

  Gözlerimi kapattım, buna hazır olup olmadığımı düşünmeme bile gerek yoktu. "Hayır." Soluğum boğazımda düğüm düğüm olmuş, beni boğuyordu. "Buna gerek yok çünkü hala ayakta olduğumuzu biliyorum."

  "Bu kadar emin olma." Etrafımızdaki insanlar şaşkınlıkla şehirden geri kalanları incelerken Zeus onlara gülümseyerek baktı. "Troya'yı Troya yapan ne biliyor musun Mara?" Biri yine o elindeki tuhaf aleti şehrime doğrulttu, yanındakine bir şeyler söyledi. "Düşmüş ve yıkılmış olması. Onu bu kadar büyüleyici kılan da bu. İster insan elinden isterse tanrı elinden çıksın, tüm ihtişamın ve gücün nasıl yıkılabileceğinin bir sembolü. Medeniyetin ve insanlığın sembolü." Suratımı ondan yana döndüğümde büyük bir dikkatle beni izlediğini gördüm. "Bazı şeyler kaçınılmazdır ve sen ne kadar engel olmaya çalışırsan çalış sonucu değiştiremezsin."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin