03//Tanrının Eli

Start from the beginning
                                    

Açılan kapılar kapandı, içinde bulunduğum bu koca demir yığını yeniden harekete geçmeden önce kısa bir an duraksadı ve ben o duraksama anında, metronun istasyonu gösteren camlarından dışarı baktım. Saçları karşı taraftan gelen metro yüzünden esen rüzgarda geriye doğru yatan bedenin kapıdan çıktıktan sonra merdivenlere doğru koşuşunu seyrettim. İçimde garip bir tutukluk, hayal kırıklığı hissi ve sinir vardı. Tutunmayı sürdürdüğüm demiri sıkıyordum ve bunun farkında bile değildim. Kaşlarım da çatılmıştı. 

Kaçmıştı benden, öyle değil mi? Lafımı kesmiş, kollarımın arasından sıyrılıp gitmişti. Meraklısı değildim onun, hatta umurumda bile değildi varlığı. Öyleyse neden bu kadar sinir olmuştum? Sanırım benden en az iki yaş küçük bir veledin saygısızlığı koymuştu. Normalde buna takılan bir herif olmazdım fakat bilemiyorum...

Tuhaf hissediyordum. Fazlasıyla tuhaf. Kaçmaması için elimden geleni ardıma koymadığım uykum tamamen açılmıştı, kulağımda kendisini tekrarlayan dingin melodi gerilmeme sebep oluyordu. Kalbimin üzerinde bir ağırlık vardı, garip, alışılmadık bir histi. Rahatsız hissetmeme sebep olmuştu. Boştaki elimi saçlarıma götürüp dağıttım hırsla. Her zaman planlı gözüken geleceğim bir anda sıfırlanmış, her şey boşluğa dönüşmüştü. Tıpkı kahverengi gözlerin gözlerime bakarken bomboş olması gibiydi. 

"Pardon, oturacak mısınız acaba?" Yan tarafımdan gelen sesle sinirden gerilmiş olan yüzümü aniden o tarafa çevirdim. Ortaokul ya da lise çağında olan bir genç kız önümdeki boş koltuğu işaret ederken soruyordu. Bana koltuğun boşluğunu hatırlatmıştı. Oturmak aklıma bile gelmezken başımı iki yana salladım. Ardından tek kelime etmeden geri çekildim. Zaman etrafımdaki kalkanı delip geçti, yeniden akmaya başladı. Yüz ifadem donuklaşırken kahverengilerim durakların listesine çevrildi. Kendi durağımı bir durak geçmiş olduğum gerçeği o anda zihnime vurmuştu. 

Ve aynı saniyeler içerisinde zihnimin çarkları dönmeyi sürdürürken kafamda yankılanan bir başka düşünce daha vardı. 

O da son birkaç gündür başıma sorundan başka bir şey açmayan tuhaf oğlan ile ineceğimiz durakların özünde aynı olmasıydı. 

Ve bu, pek çok şeyi açıklıyordu. Neden o gece partiden sonra parti mekanından epey uzakta olan evimin oralarda dolandığını, sokağımdan tesadüfen geçmesinin aslında mantıklı olduğunu açıklıyordu. 

Bakışlarım metro sonraki durağa yaklaşırken yer altından çıkan rayların etkisiyle doğan güneşe ve mavi gökyüzüne çevrildi ve geri kalan her şeyden bağımsız bir merak hissi karnımdaki varlığından haberdar olmadığım kelebekleri yokladı. 

Evi neredeydi acaba? 

.

     Metroda gerçekleşen tuhaf ve tesadüfi karşılaşmamızdan sonraki üç gün boyunca, tanrının benimle gerçekten dalga geçtiği hissinden bir türlü kurtulamamıştım. Bir haftadır başıma gelenlerin sıradan bir üniversiteli olarak hayatımı saçma sapan bir noktaya sürüklemesi için aklıma başka bir açıklama gelmiyordu. 

Gerçekten. 

Her şey o gün sonraki durakta inip karşı taraftaki metroya binip geri dönmemle ve kendi evime değil de Jimin'in evine gitmemle başlamıştı. Düşüncelerim birbirine girse, başıma garip garip olaylar gelse de hedefim değişmemişti. Arkadaşımın evine gidecek, sonunda uyuyabilmek için o ilaçlara ulaşacaktım. Buna o kadar odaklanmıştım ki, vücudumun verdiği sinyalleri takip etmeyi gözden kaçırmıştım. 

İlaçlara ihtiyacım olmamıştı. Tuhaftı ve biraz gerçekdışı geliyordu, farkındaydım ama cidden Jimin'in evine ulaştığımda ilaçlara gerek kalmamıştı. Dolabı açıp ilaç kutusundan bir hap çıkartıp kendime bir bardak su doldurduğum sırada farkına varmaya başlamıştım bu gerçeğin. 

sweet summer nightsWhere stories live. Discover now