Bakın demek istiyordu, o bana ait. Onun güçsüzlükleri, gücü, yaraları, izleri, dudakları, vücuduna kazıdıkları, kazıyacakları, piercingleri, dağınık saçları, boynundan çıkarmadığı zincir kolyeleri, beyaz teni- Jeon Jungkook ve onu o yapan her şey ona aitti.

Bakışlarını insanlarda gezdirmemeye özen göstermedi, bunun için çabalamasına dahi gerek yoktu gözleri kendiliğinden tüm insanları es geçiyordu. En ilgi çekici görüneninden en sıradanına, partinin daha ortalarıyken çoktan sarhoş olmuşlardı davranışları savsak ve gereksizdi. Görülecek hiçbir şey yoktu, kahverengi gözlerinin aradığı tek şeyi biliyordu ve bahçe kapısının yanında sırtını kapıya dayamış, parmaklarının arasındaki sigarasını dudaklarının arasına yerleştiren sevgilisini görmesi zaman almadı.

Simsiyahtı, siyah muhtemelen onun için yaratılmıştı. Herkesin aksine üzerine ceket giyinmemişti, siyah gömleğinin kollarını hafifçe yukarı kıvırmış - ki bu tenini porselen gibi ortaya seriyordu- ellerinden birini bacaklarına oturan pantolonunun arka cebine yerleştirmişti. Gözleri telaşla etrafa bakıyordu, Taehyung'un gelip gelmeyeceği konusunda endişeliydi. Gelmezse onsuz partide eğlenmeyeceğinden dahi emindi. Birini sevince sanırsa böyle oluyordu, tüm yaşam fonksiyonlarını ona adamış gibi hissediyordu. Artık Taehyung dışındaki bir şeylere üzülmüyor, sevinmiyor, onunla ilgili olmayan hisler yapay geliyordu.

Taehyung heyecanlı adımlarını sevgilisine yönlendirmiş, birkaç büyük adımda yanında bitmişti. Bedenini onun bedeninin yanına konumlandırıp omuzlarını birbirine değdirirken "Pişt, yalnız mısın?" Dedi.

Jungkook'un ifadesiz dudakları duyduğu sesle yukarı kıvrılmış, dudaklarının arasındaki sigarayı yere bırakarak siyah sneakerlerinin topuğuyla bahçeye doğru attığı izmariti ezmişti. Dili tatlı tatlı dudaklarını okşarken önce cıklamış ardından "Beyaz atlı bir prens bekliyorum, o sen değilsen lütfen beni oyalama." derken yüzünü Taehyung'a çevirmişti. Gözleri hazine bulmuş gibi irileşmiş, o an neden herkesin onlara baktığını çok iyi anlamıştı. Taehyung bembeyaz giyinmişti, herkes siyah gelsin diye özenle tembihleyip böyle gelmişti ve bu Jungkook'un aklını oynatacak gibi hissetmesine yetmişti.

"Çok-"

"Çok ilgi çekiciyim değil mi- senin ışığını gölgelerim diye korktun mu?" Taehyung sorusunu sorarken yüzündeki şımarık ifade üzerine saatlerce iç çekilecek türdendi. Dudakları öne doğru büzüşmüştü, kaşları havalanmıştı ve kendinden emindi.

"Sen hep gölgele beni, gıkım çıkmaz."

İşte şimdi, iç çekme sırası Taehyung'a geçmişti. İlişkilerinin dinamiği böyle ilerliyordu. İplerin kimin elinde olacağı, kimin boynuna dolanacağını ikisi de kestiremiyordu. Birbirlerini sevmek isterken mahvediyor, mahvetmek isterken kendileri ateşe tutulur gibi sızlıyorlardı.

Eski bir inanışa göre her iç çekişte kalp bir damla kan kaybedermiş, şüphesiz ikisinin de kalbinde kan çoktan tükenmişti.

"Çok yakınsın bana, bir de giyinmişsin böyle insanlar da bakıyor. Uzaklaşmak istersen biraz Jennie ve Lisa ileride."

Sohbet tam böyle ilerlemeliydi, bunları duymayı hayal ederek gelmişti buraya. Taehyung'un suratındaki ifade duyduklarıyla daha da arsızlaşıp tatlılaşmıştı.

"Haklısın." dedi ve devam etti "Haklısın, buradan uzaklaşsam iyi olur." Bedenini bir adım öne atıp, arkaya uzattığı elini Jungkook'un eline sardığında suratında sadece yaramaz bir gülümseme vardı. Adımlarını hızlı hızlı herkesin bulunduğu arka bahçeye atarken, ellerinin arasındaki iri bedeni de sürüklüyor. Arkasından gelen hızlı solukları duyabiliyordu. Kalbinin atışlarını kulaklarında - hayır ağzında belki vücudunun her noktasında attığını hissediyordu.

paper and scissors ∤ taekookWhere stories live. Discover now