Hafif uzun ve ahenk içinde birbiri içine karışmış saçları ile kısa, düzgün ve ona çok yakışan sakalı ona apayrı bir hava katıyor.

Gülümseyerek bana sarılınca rahatsız olarak kıpırdanıyorum.

"Sahnede yanımda olmanı istiyorum." diye bağırıyor kulağıma.

Bakışlarımı gözlerine dikip dut yemiş bülbül misali susup kalıyorum.

Ah Kenan... Sırası mıydı görevin? Ne olacak şimdi? Kim kurtaracak beni?

Stefano yavaşça sırtımdan iteleyerek beni sahnenin arka kısmına götürüyor.

"Nihayet yeniden görüştük." Gözbebekleri kıpırdıyor bana bakarken. Çok az insanda gördüğüm bir şey bu. Çünkü artık herkes mutsuz, doyumsuz ve duygusuz.

İç sesimin bana verdiği uyarıyla gözlerine bakmayı bırakıp gülümsüyorum. Hala kapıya daha yakınım. Her an kaçıp gitmem gerekirse diye aklımda tutuyorum bu kısmı.

"Sen kulübe adım atana kadar içi rahat etmedi." diyor yanımıza gelen arkadaşı düzgün türkçesiyle.

Mükemmel Türkçesinin vermiş olduğu şaşkınlığı üzerimden atmak uzun sürmüyor.

"İçimizde tek Türk benim." diyor gururla. Ben de gururlanıyorum onunla. Koskoca popüler grubun içindeki tek Türk.

"Türkçeyi ondan öğreniyoruz biraz biraz." Stefano bir adım uzaklaşmıyor yanımdan. Hala bir eli sırtımda. Elimi nereye koyacağımı bilmediğimden onu serbest bıraktığım kolumun üzerine alıyor ve her sıkıldığımda yaptığım gibi bir kez tırnak geçiriyorum kolumdaki yumuşak deriye.

"Hoş geldin." Gruptan başka biri beni sahnenin o karanlık ama loş ışıkla aydınlatılmış arka kısmında selamlıyor.

Kafamı eğip gülümserken Kenan'ı düşlüyorum. Kenan şu halimi görse... Düşününce yanlış geliyor ama sonuçta buraya Stefano'nun davetiyle geldiğimi biliyor. Yalnız bırakan kendisi değil mi? Şu an onun yanında oluşumu haklı çıkarma sebeplerim Kenan'ın masum yüzünün gözümün önüne gelmesiyle son buluyor. Buradan gitmek istiyorum.

Küçüklüğümüzden beri üzülür, ağlar, ayıp olur diye diye hayır diyemez olduk hiçbir şeye. Bırakılsaydı üzülseydi o şey ya da ağlasaydı da kendimizden ödün vermek zorunda kalmasaydık. Tamam, tümden bunu reddedelim, ayıbı, üzülmeyi yok sayalım demiyorum ama birazcık da kendimize bir izin hakkı belirleyebilseydik, hep karşımızdakini düşünmeseydik keşke. Çünkü o zaman yanlış yapıyor olma hissi ile karşındakini üzüyormuş olma hissi azap içinde bırakıyor insanı.

"Dalgınsın."

Gözlerimi kırpıştırıp Stefano'ya bakıyorum.

"Heyecanlıyım." diyerek düzeltiyorum onu. Çünkü gerçekten heyecanlıyım aynı zamanda.

Kısa süre sonra grup sahneye büyük alkışlar eşliğinde çıkıyor. Stefano sahneye son kişi olarak çıkmadan önce bana parlayan gözlerle bakınca içimden sahnenin güzel geçmesi için dua ederken buluyorum kendimi. Ardından arkamdaki büyük organizasyonla baş başa kalıyorum.

Stefano ilk şarkının sözlerine başlamadan önce ismimi seslenince gözlerimi irice açıp saklanacak delik arıyorum resmen.

Alkışlar bu defa nazlanıp bir türlü çıkamayan ben için kopuyor. Arkamdan bir sahne görevlisinin beni iteklemesiyle sahnede buluyorum kendimi. Üzerime evden çıkmadan önce yumuşacık, kadife kumaştan yapılmış beyaz bir hırka giymiştim. Açık hava olunca onu hiç çıkarmadım üzerimden. Daha doğrusu onunla daha güvende hissediyordum kendimi ama şimdi içinde pişiyorum.

Stefano'nun yanına gidip ön sıradaki arkadaşlarıma bakarken yanaklarım kızarıyor. Hepsi çığlık atarak deli gibi beni alkışlarken kalbim heyecandan patlamak üzere. Kafamı sallayıp gülerek onlara bakıyorum sonra bakışlarım Stefano'ya kayıyor. Gözlerime bakarken şarkının sözlerine giriyor. Bu bir zamanlar beklediğim en romantik hareket olsa da kalbim sıkıntıyla büzülüyor. Kenan'a yaptığım haksızlıkmış gibi geliyor şu an.

İlk şarkı bitene kadar utanarak yanında dikiliyorum. Arada her bana baktığında at kuyruğumu düzeltip başka yöne bakmaya çalışıyorum. Bu yakalambaç şarkı bitene kadar devam ediyor.

İkinci şarkı daha hareketli oluyor. İçimdeki samba ateşi de o zaman uyanıyor. Battı balık yan gider hesabı ben de müziğin kollarına bırakıyorum kendimi. Dans tüm kaslarımı harekete geçiriyor. Özgürce, içimden geldiği gibi dans ediyorum. Söz aralarında Stefano da bana eşlik ediyor. Gülerek dans etmeye devam ediyoruz. Duygusal bir çekim beklerken onun arkadaşça tavrı karşısında rahatlıyorum.

Belki de her şeyi yanlış yorumluyordum. Her şeyin aksine ayıdan post erkekten dost olmaz diyen toplumumuzun güzide teyzeleri ve annem belki bu defa yanılıyordur. Belki baştan beri istediği tek şey sadece benimle arkadaş olmaktı.

O an kalbimdeki tüm yanlış düşünceleri bir dolabın içine tıkıştırıyorum. İçim daha da huzur doluyor derken yeniden o soğuk ürpertiyi hissediyorum sırtımda. O sırada bir şey titriyor cebimde. Telefonumun olduğunu anlamamla kalbim kötü ve tuhaf bir şekilde atıyor. Telefona bakarken arama sesinin kesilmesiyle son anda ekrandaki Kenan ismini yakalamam bir oluyor.

Bir sonraki müziğe geçmeden Stefano'ya yaklaşıp kulağına "Teşekkür ederim ama gitmek zorundayım." diye fısıldıyorum.

Arkadaşlarına el işareti yapıp sahnenin arkasına geçiyoruz.

"Seni yeniden görebilecek miyim?"

"Yerimi biliyorsun zaten." diyorum imayla.

Utanarak bakışlarını kaçırırken gülümsüyorum. "Yeniden görüşürüz."

Sarılıyor. Kolları arasında birazcık eziliyorum. Yanından uzaklaşıp köşeyi dönmeden önce ona yeniden bakma hissi geliyor. Arkamı döndüğümde onun da bana baktığını görüyorum. El sallayıp hızlıca dışarı atıyorum kendimi.

Hemen Kenan'ı arıyorum; telefonu kapalı. Sonrasında bir beş kez daha arıyorum onu; yine kapalı. Kalbim panikle atmaya başlıyor, dudaklarım kuruyor. Hemen Sude'ye ulaşmaya çalışıyorum. Sude telefonu açar açmaz ona Kenan'ı soruyorum.

Şaşırarak cevaplıyor.
"Sana söylemedi mi?"

"Neyi?"

"Aslında bir hafta önce..." Bir süre kekeledikten sonra cümlesini başka bir cümleyle değiştiriyor.

"Kenan uzun bir süre aramızda olamayacak. Yurt dışına çıkması gerekti."

"Nasıl? Neden? Görev..."

"Bunu istersen onunla konuş." diyerek sözümü kesiyor hemen. Derin bir nefes alıp bırakıyorum.

"İstemez, kalsın." Boğazım boğum boğum oluyor bunu söylerken. Telefon kulağımdan kayıp gidiyor.

Vedasız ayrılıklar geride kalana büyük haksızlık ve saygısızlık değil mi? Değer verdiğin birinin gidişini başka birinden öğrenmek bir de. Bazen bazı hareketler vardır seni seviyorum yerine geçer ya, sana değer veriyorum der tek hareketiyle.

Bazı hareketler de vardır ki; aslında çok önemli değilsin, seviyorum seni ama o kadar da çok değil der. En azından bir yere giderken, uzak bir yere giderken hatta uzun bir süre görüşemeyecek kadar uzak bir yere giderken aranacak kadar sevmiyorum der tek hareketiyle. Oysa beklemezsin, sana öyle güven vermiştir.

Sonra duyduğunda da yıkılıverir, kalıverirsin benim gibi öylece yolun ortasında. Buna da yüksekten düşme denir hayat denilen bu gizemli yolculukta.

Atilla, Cesur şimdi de Kenan... Hayat değişiyor, zaman değişiyor, insanlar değişiyor ama sonuç hep aynı. Alıştım artık. Alıştırıldım.

O zaman neden hala üzülüyorum? Neden buğulanıyor bakmaya çalıştığım yerler? Nerede hata yapıyorum ben?

Gözyaşlarımı sertçe silip elimi kaldırıyorum ve bir taksi durduruyorum. Bundan sonra hayatımın romantik bölümünde hiçbir erkeğin adını bile duymak istemiyorum. Bu defa kesin kararlıyım. Kenan sondu.

Görevimiz Mutluluk 2Where stories live. Discover now