"Herkes o kocaman evlerle hava atarken beni o evin içinde görmezden geldiler. Bu yüzden onların yanında, o evin içinde yaşayamıyorum. Bu küçük ev oradan daha ev gibi çünkü. Onlar iyi anne ve baba değil. Seninkiler gibi değil. Aynı evin içinde beni görmediler, umursamadılar Kayla. Şimdi akıllarının başlarına gelmesi umurumda değil. Onlar yüzünden ben ilgiye muhtacım. Birinin beni önemsemesine ihtiyacım var ve bu durumdan nefret ediyorum. Bu yüzden sana hem çok ihtiyacım var hem de sana çok kızgınım. Kimseye ihtiyacım olmadan yaşamak istiyorum. Herkesin dışarıdan bakıp küçümsediği alay ettiği o aptalca şeylerin hepsini bunun için yaptım ama sonra sen çıkıp geldin. Benim gibi birini sevebileceğine inandırdın. Mahvediyorsun beni." Başını dizime yaslamadan önce gözlerinden akan yaşı görmüştüm. Kalbim yere düşen kar tanesi gibi erirken elimi saçlarına götürdüm.

"Bir gün bunun olacağını biliyordum ama bu güçsüzlüğüme şahit olacak kişinin sen olacağını tahmin bile edemezdim."

Ne yapacağımı bilemiyordum. Yanlış bir şey yapıp her şeyi mahvetmekten korkarak bir süre öylece durdum. Erimiş kalbimin boşluğunda bir acı vardı.

Eskiden kendimi dünyanın en acınası çocuğu sanardım. Babam yoktu, beni terk ettiği için bu konuma layık olduğuma inandırmıştım kendimi. Meriç'i tanıdığımda, acımı onunla paylaşacağımı düşündüren neydi, onda tanıdık ne gördüm hala bilmiyorum ama ona yakın hissetmiştim.

Annesi babası yanında olup da terk etmişti onu.

Acılarını ondan alıp, çekmeye razıydım. Kendim buna o kadar alışmıştım ki, üstesinden geleceğime emindim. Sevdiğim birinin acı çekmesine dayanamıyordum. Hayatım boyunca her gün, mutlu olduğuma inansın diye anneme rol yapmış bir çocuktum ben. Sırf o üzülmesin diye, her şey yolundaydı. Öyle olmasa bile öyleydi. Babam olmadığı için ağlamak istediğim anlarda bile.

"Gitmeni, beni sevmediğini, önemsemediğini söylemeni o kadar istiyorum ki..."

Gözümden yaşlar akarken kafasını kaldırıp gözlerine baktım. Dudaklarını aralayıp, "Sen beni nefret ettiğim ihtiyacın içine itiyorsun."dedi ve yüzüme düşen saçı nazikçe kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra gülümseyerek devam etti. "Ama, gitme baş belası."

Başımı iki yana sallarken ben de gülümsedim. "Gitmeyeceğim, Meriç."

Onu sevdiğimi biliyordum. Onu sevmeyi seviyordum. Kimse onu neden bu kadar kısa sürede, bu kadar çok sevdiğimi, onda bu kadar ısrar ettiğimi anlayamazdı. Çünkü kimse bizi görmüyordu. Sadece bakıyorlardı. Bazen, sadece bazen bizi fark ediyorlardı ama sonra her şey çabucak eski haline dönüyordu. Biz diğerleri gibi olmak zorundaydık. Ailelerimizin içinde sorunlar olması bizi etkilememeliydi. Herkes bizden bunu bekliyordu. Dünyada ailevi sorunları olan tek çocuk ben değildim. Benim gibi olan herkese söyledikleri gibi. Biz tek değildik ve diğerlerine ayak uydurmak zorundaydık.

Meriç'i tanıdıkça onu görmüştüm. İçinde sakladığı beni görmüştüm.

"Biz birimizi gördük."diye fısıldarken yanağını okşadım. Bana inanmasını istiyordum. Diğerleri gibi ona uzaktan baktığımı bir an bile düşünsün istemiyordum.

"Seni seviyorum,"dediğimde cevap vermedi. Hiçbir zaman buna cevap vereceğini düşünmüyordu. Uzanıp dudağını öptüğümde kafasını geriye çekti.

"Bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum."diye itiraf ettiğinde "Çok kolay aslında."diyerek ona biraz sokuldum ve çenesine bir öpücük bıraktım.

"Eğer sen de söylemek istersen buradayım."

"Bunu bir daha istemeyeceğine söz verebilir misin?"derken gülüyordu. Eğer bu bir şartsa bir kez mi duyabilecektim sadece?

O zaman... "Eğer gerçekten içinden geliyorsa söylemelisin."

Dudağımı pas geçip yanağımı öpmeye başladığında dudaklarının çizeceği rotayı ondan önce belirlemeye çalıştım. Tek bir yerde durmuyordu. Yüzümün her noktasına iz bırakmak ister gibi minik öpücükler bırakırken gözlerimi kapattım. Bazen sözlere çok anlam yüklememek gerekirdi. Sadece benim yanımda bu kadar sık gülmesiyle de idare edebilirdim.

Aramızda bir şey vardı. Bütün susmalarına rağmen bugün benimle birçok şey paylaşmıştı. Paylaşabiliyordu. Güveniyordu bana. Bu onun dilinde seni seviyorum demekti belki de.

"Ben galiba seni seviyorum, baş belası."

Bunu söyleyeceğini ummaktan bile vazgeçtiğim bir andı. Kalbimin ritmini duymamasını dilerdim ama duyduğundan onun adının Meriç benim adımın Kayla olduğu kadar emindim. Parmaklarını resim çizer gibi boynumda dolaştırırken, gözlerindeki kahverengilik koyulaştı.

"Ve başka kimsenin seni benim gibi sevmesine izin vermeyeceğimi bil. Kıskançlık değil bu."

"Ne o zaman?"diye fısıldadığımda yüzüm yanıyordu. Nefeslerimizin birbirine sarılırken dudağından iki kelime döküldü. "Sen benimsin."

"Ne bunun olayı?"

"Ne?"

"Senin kızın."dedim altını çizerek.

"Benim hiç kimsem yok. Hiçbir şeyim yok. Sadece resimlerim var."

"Sonra?"diyerek cesaretlendirmeye çalıştım onu.

"Sonra birilerinin içi boş sözlerindeki aciz tatminliği tattım. İtiraz etmedim. Kabul de etmedim. Orada öylece asılı kaldı ama sen... farklısın."

"Nasıl?"

"Resim gibi."

Parmağımı yanağında gezdirirken kalbim zihninden geçenlerin sıcaklığını okumuş gibi yanıyordu. "Anlat bana."derken sesim buhar olup dışarı dökülmüştü.

"Manzara tektir ama herkes onu aynı şekilde çizemez. Aynı insan bile farklı boya ya da fırçalarla onu çok farklı şekillerde resmedebilir. Sen Kayla'sın. Annene, babana, başkalarına farklısındır. Benim Kayla'mı tanıyorum, onun benim kalmasını istiyorum. Bu bana önemli hissettiriyor."

Kalbim eriyerek göğsüme hücum ediyordu. Göğsümdeki sıcaklığı avucumun içinden onunla paylaşırken "Sana özel..."diye mırıldandığımda dudağımın üstüne minik öpücüklerinden birini bıraktı.

"Meriç'in Kayla'sı ya da Meriç'in Derin'i,"dedikten sonra elimi tutup parmaklarımızı birbirine kenetledi. Sanki tam şu an bir söz veriyorduk. Gözleri neredeyse siyaha dönmüştü. O karanlığın içinde kendimi görmek ürpertici, bir o kadar da heyecanlıydı.

"Sadece resimlerimle gurur duymalıydım ama şimdi senin beni sevebilmen de çok özel geliyor."

Gözümden bir damla yaş süzülürken "Kayla'nın Meriç'i"deyip gülümsediğimde nemli kirpiklerim arasından onun da gülümsediğini gördüm. Hoşuna gitmişti.

Biz olmak benim de hoşuma gidiyordu.

Meriç'in Kaylası ya da Kayla'nın Meriç'i.

Bazen de Kötü Çocuk'un Baş Belası ama illa ki bir arada. Siyahın içindeki silinmemiş beyaz nokta gibi. Belki bir gün o beyaz nokta büyürdü ve içinde küçük bir siyah nokta kalırdı. Yine birlikte olurlardı ama bu sefer her şey çok farklı görünürdü.

Belki bir gün, beyazın içindeki siyah küçük nokta olurdu.

——
KÖTÜ ÇOCUK I. Kitabın Sonu
——


Kötü Çocuk I & IIWhere stories live. Discover now