Onu ilk kez böylesine kederli bir vaziyette görüyordum. Çenesi titremeye başladığında küçük bir çocuk gibi ağlayacak sandım. Alnını parmaklıklara vurmaya başladı. "Öldüremem. Lütfen kabul et teklifimi. Seni de öldüremem."

Sağ elimi elinin üstünden çekip başını vurmaya başladığı için iki parmaklık arasından elimi uzatıp alnını tuttum. "Dur Richard. Yapma."

Titreyen göz bebekleriyle bana baktı yeniden. Çenesi gibi dudakları da titremeye başlamıştı. "Gerekirse yalvarırım Beatrice. Yeter ki kabul et."

Ellerinin üstünden ellerimi çekerek geriye doğru adımladım. "Üzgünüm kardeşim fakat şerefli bir şekilde ölmeyi tercih ederim."

Bana acı çekiyormuş gibi baktı. "Henüz değil," diye mırıldandı. Başını iki yana salladı. "Henüz değil!"

Sanki bir nöbet geçiriyordu. Oldukça garip davranıyordu. Sözleri gibi hareketleri de tuhaftı. Gerçekten de şuurunu yitirmiş olduğunu anladım.

"Ölüm haberimi almadıkları sürece askerlerim gitmeyecek Richard. Canını ancak beni öldürerek koruyabilirsin."

Gözleri irileşti ve adeta çığlık attı. "Seni öldürmeyeceğim! Sus artık! Sus!"

İki eliyle kulaklarını kapattığında ona üzüntüyle baktım. Ülkemizin geleceği tutsak bir prenses ve delirmiş prense kalmıştı. Ne acı.

"Richard," diye mırıldandım.

Ellerini daha çok bastırdı kulaklarına. "Tek sen kaldın! Ailemden tek sen kaldın," diye haykırdı. Ve arkasını dönüp koşar adım mahzenin içine doğru gitmeye başladı.

"Öldür beni!" Bağırdım arkasından fakat geri gelmedi. Beni öldürmek zorundaydı. Onun tutsağıydım. Beni öldürmek zorundaydı, çünkü ülkemizin istikbali ona bağlıydı. Ben kraliçe olursam soyu devam ettiremezdim. Bu gerçeği herkesten saklıyor olsam da içten içe geçmişin acı anılarına yeniliyordum. Ne kadar istemesem de, ordumu toplayıp onunla savaşmaya gelmiş olsam da hükümdar o olmalıydı. Ben kusurlu bir köylü kızından ibarettim yalnızca. O ise krallığımızın tek umuduydu. Ama bunu itiraf etmeye dilim varmadığı gibi herkese karşı rol yapmaktan başka çarem de yoktu.

🏹🏹🏹

"Demek tahttan vazgeçmiyorsun prenses..."

Kral Charles'a baygın bakışlarımla baktım. "Sizce vazgeçer miyim? Taht benim hakkımken bunu neden yapayım?"

Kral babacan bir tavırla gülümsedi. "Yeğenim seni affedeceğini söyleyip askerlerimi savaş alanından geri çekmemi istedi. Karşılığında tahttan vazgeçeceksin. Böylece hayatta kalacaksın."

Ona acıyarak baktım. "Yeğeninizin gerçek yüzünü size gösterdiğimde üzüntüden neredeyse ölüyordunuz. Şimdi ise gelmiş kendi kanından olan insanlara kıyan kardeşimin tahta geçmesini istiyorsunuz." Alaylı bir nefes verdim burnumdan. Gözlerimi ondan çekip iki gündür aç olduğumdan servis yapılmış yemeği yemeye devam ettim. "Niyetiniz ülkemizin içten parçalanması ise kararınız yerinde."

Göz ucuyla karşımda oturup bana eşlik eden kralın sinirden titreyen ellerine baktım. "Usulleri bile bilmiyorsun. Senin gibi gayrimeşru bir kız koskoca ülkeyi nasıl yönetecek? Topraklarınız komşu üç ülkenizin birleşiminden bile büyük. Her şeyi sana bırakacağımı mı sanıyorsun?"

Bez mendille ağzımı silip tabağımı öne doğru ittim. Ve sert bakışlarımı fersiz yeşil gözlerine diktim. "Siz kimsiniz de benim krallığımın başına kimin geçeceğine karar veriyorsunuz? Papa mısınız siz?" İkimiz de aynı anda kaşlarımızı çattık. "Bütün o topraklar ve içinde yaşayan en ufak hayvanlar dahi bana ait! Haddinizi bilin!"

GAYRİMEŞRU PRENSESWhere stories live. Discover now