BÖLÜM 1

12 0 1
                                    

Art arda kocaman iki tepe üzerinde kurulu bir dünya vardı. Arkada yükselen büyük sarayın önde ise halkın yaşadığı küçük şatoları andıran demirimsi renkteki evlerin taştan örülmüş duvarlarında dalgalanan büyük beyaz bayraklar adeta bu şehrin huzur ve güvende olduğunu haykırıyordu. İki tepe arasından balığın bolluğu ile bilinen bir çay geçmesine ve her türlü meyve, sebzenin bittiği ve vahşi, masum her türden hayvanın iç içe otladığı çayırları olmasına rağmen ve Güneş'inin de zerre yakıcı olmadığı Minas adı verilen bu şehre etraftan gelebilecek bir tehlikenin olmaması... Bu güzelliklere kimsenin göz koymaması kulağa komik gelebilir ancak eskiden bu böyle değildi. Habilisler, Erectuslar ve Neanderthaller kendi aralarında hep bu verimli topraklar için savaştılar. Bu akılsız maymunsu yaratıklar tamamen hayvansal güdüleriyle vahşi bir hayat sürüyorlardı. Bir nehir kenarına kabile yerleştiğinde ve balık tuttuğunda diğer kabilelerin üyelerinden biri bu balığı görürse kabileler arasında büyük bir savaş baş gösteriyor ve bir balık uğruna niceleri telef oluyordu. Ancak özgürlüğüne düşkün olan Neanderthallerin genç üyesi Sapiens kabile hayatının çok sıkıcı olduğuna karar vermişti bile. Onun bu kararı kabilelerin tarihini değiştirecek türdendi. Ayrılma zamanı gelip çattığında sevdiği kadını da yanına alarak oradan uzaklaştı. Dünya'nın dört bir tarafını beraber gezdiler, büyülü ve vahşi ormanları zorluklarla aştılar ve sonunda uçsuz bucaksız bir çölde kendilerini buldular. Nasıl olduğu bilinmez, orada gümüş renklerle sembollerin el büyüklüğünde bir taşın üzerine çizili olduğu sihirli bir tılsım buldular. Bu taştan tılsım sayesinde yıllar içerisinde beyin hücreleri olağandışı bir şekilde gelişmeye başlayan Sapiens ve eşi önce ateşi ve daha sonraları barut adını verdikleri yakıcı maddeleri keşfetti. Bunlarla yaptığı demirden silahlar vardı. Barutu içine doldurup patlattıkları zaman ağır yaralanmalara sebep olan silahlarla yıllar geçtikten sonra kendi küçük kabilesini kurmuş olarak Neanderthaller kabilesine geri döndüler. Özünün ve mazisinin buradakiler gibi ne kadar da vahşi olduğunu hatırlamıştı Sapiens. Ancak artık vahşi düzen değişmeliydi! İsmini kurucusundan alan Sapiensler diğer insan kabilelerinden daha barışçıl ve zeki olduklarını anlayınca onların tek liderinin artık kendileri olduğuna karar verdiler. Krallık denen şeyi keşfettiğinde kendini kral ilan eden Sapiens, bir gün tüm insan kabilelerini devasa bir saray yaptıracağına karar verdiği meydanda topladı ve onlara kendi zar zor öğrettiği bir dil ile seslendi,

''Artık insanlar değişmek! Yıkmak değil yapmak! Eski barbarlıklar ve kötü işler bırak! İnanın barış ve iyiliğe!''

Onun karizmatik ve güven veren liderliğine hayran kalan vahşi kabileler taşın sihirli etkisiyle zaman içinde disipline girmeye ikna olmuşlardı. Savaştan yıkılmış yerleri onarıp şehirler kurdular ve insanlara paylaşmayı ve dost olmayı öğrettiler. Geliştirdikleri o zamana dek görülmemiş teknolojik aletlerle vahşi doğaya liderlik yaptılar ve onu kendilerine göre dönüştürdüler. Bütün bu zekânın ilhamını aldığı taşı saklayıp korumak artık şart olduğunu hissedince Sapiens veziri ilan ettiği adamı yanına çağırdı ve ona,

''Bul demir sandık koy içine bu!'' demişti.

Bu sihirli tılsım Sapiensler arasında çok iyi bir şekilde korunarak nesilden nesile aktarılıyor ve onların beyinlerini daha da güçlü hale getiriyordu. Bu yüzden taşı koruma görevi ülkede kraldan sonraki en güvenilir insana veriliyordu. Bu kişi genelde kralın baş danışmanı olan ülkedeki en görmüş geçirmiş bilge kişi oluyordu. Bir zaman insan kabileleri böyle huzur içinde yaşadılar. Sonuçta tek düşmanlarının sadece diğer bir insan kabilesi olabileceğine inandılar ancak tüm kabileler Sapiens'in egemenliğinde birleşince artık ortada bir düşman da kalmamıştı ta ki kendilerinden kas bakımından daha güçlü ve sihir kullanmada usta olan uzun burunlu uzun kulaklı o cinler ile tanışana kadardı bu! Devasa cüsseleri ve yemyeşil iri gözleriyle bu yaratıklar kendilerini yenilmez olarak düşünen Sapiensleri ilk celsede korkutmayı başarmıştı. Böylece cin ve insanlar ilk tanışmalarından bu yana çok kez kan döktüler ve kazanan taraf çoğunlukla cinlerdi çünkü onlarda Güç Taşı denen sihirli tılsım bulunuyordu. İnsan kabilelerini böylece çok kolay bir şekilde ezip geçebildiler. İnsanlardaki Zihin Taşı ise cinler karşısında onlara bir fayda sağlamıyor gibiydi. Kas zekâyı çoğu kez alt ederken işte o gün Sapienslerin içlerinden bazı kimseler şu kararın mantıklı olduğuna inandılar: Cinlerdeki Güç Taşını onlardan almak gerekiyordu! Sonra bu fikir daha tehlikeli bir boyuta vardı: Hem güç hem de zihin taşı insanların eline geçerse cinlerden öldürülen sevdiklerinin intikamını alabilirler ve onları kendilerine sonsuza kadar sadık köleler yapabilirlerdi. Ancak Sapiens ataları bir rivayete göre gençken çıktığı yolculukta Zihin Taşına sahip olmaya karşılık insanların hep iyi olacaklarına ve kötülüğe sırt çevireceklerine dair Tanrı ile bir sözleşme imzalamıştı. Bu sözleşmeye uyarlarsa sonsuz barış ve mutluluk onları bulacaktı ancak eğer bu anlaşmayı bozacak olurlarsa yıkım ve felaketler de peşlerini bırakmayacaktı. İşte bu sebepledir ki cinlerden intikam almak ve onları köle yapmak insan krallığında çok büyük bir öfkeyle reddedilmişti. İnsanların temsil ettiği şey belli, cinlerin temsil ettiği belliydi. Biri iyilik diğeri kötülüktü. Ancak bunun şimdi ne önemi var ki? İnsanlar Tanrı'ya verdiği sözde sadık kaldıkları için şimdi iki kabile de birbirleriyle dosttu. Savaş bitmiş huzurun serinliği cümle cihanı kaplamıştı. Gel gelelim, insanların komşuları olmaları dışında kimdi bu cinler? Aslında cinlerin hikâyesi de insanlara benzer nitelikteydi.

ŞEYTANLA ANLAŞMA: İLK İMZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin