Otuz Yedinci Bölüm

Start from the beginning
                                    

Derin bir nefes alıp han çadırına girdim. Herkesin bakışları yerdeydi. Sanki zaman durmuş gibiydi. Hanın çadırı derin bir yas içindeydi.

Börü Han...

Ölmüştü.

Kimse ne yapacağını bilmiyordu sadece susuyorlardı. Karaca'nın yanında daha önce görmediğim orta yaşlı bir adam vardı. Çakır ise ağlamaktan perişan olmuştu. Göktuğ da güçlü durmaya çalışsa da onunda Çakır'dan geri kalan yanı yoktu. İçeriye göz gezdirmem bitince çadırın orta yerinde yatan hanın cesedine yaklaştım. Yüzü huzurluydu sanki gülümsüyor gibiydi. Buraya geldiğim ilk gün aklıma geldi. Bana babamı hatırlatmıştı. Güler yüzü ve şefkati. Akan göz yaşlarımı durduramıyordum. Önce Yaldız şimdi Börü Han. Peki sıradaki kimdi? Cesedi incelerken bir kağıt parçası dikkatimi çekti. Elime aldığımda üzerinde bir şey yazdığını fark ettim.

"Uzun zaman oldu Olcay. Umarım hediyemi beğenirsin. Ben mağaradakini çok beğendim. AREAS."

Yazıyı okumamla kağıdı buruşturmam bir oldu.

"Allah kahretsin! Schrödinger! Elenor'u kaçırmışlar! "

Söylediklerimi duyan Çakır ağlamayı bıraktı. Şoka girmiş gibiydi. Yanına gidip sarıldım. O daha küçük bir çocuktu bu kadar acı çekmeyi hak etmiyordu.

"Sana söz veriyorum onu kurtaracağız. Babanın ve diğerlerinin intikamını alacağız. Sana Türk sözü veriyorum Çakır. Ant olsun ki intikamlarını alacağım. İntikamımı alacağım. Hepsini tek tek öldüreceğim beni tanıdıkları güne lanet edecekler! Pişman edeceğim ant olsun ki pişman edeceğim!... Hânım buyruk verirseniz bu gece her şey son bulsun. Bu gece o yaratıklar tarihe karışsın. Buyruk verinki için de intikam ateşi yanan bu kalpler huzur bulsun. Göktuğ Han! Hanlığın kutlu olsun! "

Herkes şaşırmış gözlerle bana bakıyordu. Bense diz çökmüş elimdeki kılıcı Göktuğ'a uzatıyordum. Başımı eğdiğim için akan gözyaşlarımı arkamdakiler göremiyorlardı. Kimseden ses çıkmazken biri yanıma gelip diz çöktü.

"Buyruk verin hânım!"

Kalın ve tok çıkan bu sesi daha önce duyup duymadığımı hatırlamaya çalıştım. Ya duymamıştım ya da duyduysam da unutmuştum. Kafamı kaldırıp bakamıyordum çünkü gözyaşlarım önümü görmeme bile izin vermiyorlardı. Bir sonraki hamleyi Kuzgun ya da Karaca'dan beklerken sesini duyduğum kişi beni şaşırttı.

"Buyruk hânımızındır! Buyruk verin Göktuğ Han!"

İlbay elini omzuma koyup bir kaç defa vurdu. Bunun bir teselli ifadesi olduğunu anlamıştım.

"Sen de de iş varmış İlbay. Yürekli adammışsın."

"Tengri yardımcımız olsun Olcay Hatun."

İlbay'ın ardından çadıra giren üç kişi de diz çöktüler.

"Hanlığınızı kabul ettik. Buyruk verin Göktuğ Han!"

Bu seferkiler beni daha da şaşırtmıştı. Üç kan emen bakışlarını yere dikmiş alacakları emri bekliyordu. Sırayla diğerleri de buyruk beklediklerini söyleyince yanımdaki tok sesli adam konuşmaya başladı.

"Ben Börü Han'ın sağ kolu Komutan Togan, bundan sonra Göktuğ Han'ın emirlerini takip edeceğim."

Komutan Togan, Karaca'nın babasıydı. Karaca onu defalarca kez anlatmıştı. Göktuğ komutanın sözlerinden sonra elimdeki kılıcı almış bize kalkmamızı söylemişti.

"Planın nedir Olcay Hatun? Komuta yetkisini sana veriyorum. "

Kocaman açılmış gözlerle Göktuğ'a baktım. Sözlerinde ciddiydi.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now