1 ༄ aklımda olmayan

Start from the beginning
                                    

Bu yüzden, bu bilinçle, gözlerimi sola çevirme isteğimi rahatça dizginleyerek elimdeki çatalı masanın üzerinde duran şeftali tabağına uzatıp bir dilim şeftali batırdım. Aslında meyveleri pek sevdiğim söylenemezdi fakat maksat o ya, Jaemin bütün tabağı tek başına yemesin. Ağzıma götürdüğüm şeftali dilimini ısırmamla beraber dudağımdan çeneme doğru suyu aktı ve kitabın sayfasına art arda iki damla düştü. Kitabı aceleyle masanın üzerine bırakıp cebimden katlanmış mendilimi çıkardım ve çenemi ve dudaklarımı sildim. Tam bu esnada üzerimde hissettiğim bir çift gözün ağırlığı yetmiyormuş gibi sinir bozucu bir kıkırtı işittim. Çayır sineğinin vızıltısı.

Kaşlarım çatık, gözlerim nihayet soldaki odağını bulmuş fakat bundan hoşnutsuz. Beyaz mendilimi parmaklarımın arasında sıkıştırdım. "Ne o?" dedim, Jaemin'in gülümsemesi gittikçe büyüyen suratına bakarak. "Komik bir şey mi var?"

"İhtiyarlar gibi cebinde beyaz mendil mi taşıyorsun?" dedi. Basbayağı eğleniyor. Siyah saçları deniz dibinden sökünlenmiş yosunlar gibi rüzgârda sallanıyor. Sanki onlar da gülüyor bana.

Suratım asıldı. Bir elimdeki mendile baktım, bir Jaemin'e. "Temiz olmak ihtiyarlara özgü bir şey mi?"

"Hayır ama..." dedi, omuzlarını indirip kaldırarak, "Yine de böyle görünce komik geldi."

"Ben bunda komik bir şey görmüyorum." dedim ve mendili tekrar ağzıma götürüp temiz tarafını dudaklarıma bastırdım. O sırada Jaemin'in gülüşü yavaş yavaş azaldı ve batan güneşin ışıkları gibi alacalı bir biçimde yumuşadı. Pek rastladığım bir olay değildi. Açıkçası ona pek baktığım da söylenemezdi bundan evvel. Fakat tam o anda baktım. Jaemin'e baktım ancak onun bakışları aşağıdaydı. Gözlerimde değil dudaklarımda.

Mendilimi biraz daha sıktım parmaklarımın arasında. Sanki karşıma aniden bir şey fırlamış gibi irkildim, bir şeyden korktum. Belli belirsiz bir şeyden. İki siyah göz, kenarları keskin, uçları çok sivri; ikisi de dudaklarıma düştü. Nasıl oldu anlamadım. Birden. Sonra Jaemin birden çekti gözlerini, sağ elimde duran mendile baktı. Gülümsemesi kaldı dudaklarında.

Ondan tarafa bakmayı kestim. Alelacele çevirdim başımı önüme. Mendili tekrar dudaklarıma götürüp bastırdım. Baktım, bembeyazdı. Hiçbir leke yok. Hâlbuki kısacık bir an orada kırmızı bir kan lekesi göreceğim sanmıştım. Çünkü Na Jaemin'in gözlerinin keskinliği dudaklarıma düşünce orayı kanatır sanmıştım.

Sinirlendim. Mendili cebime atıp tekrar kitabımı okumaya çalıştım fakat nafile. Çayır sineği yanımda oturup uyuşuk uyuşuk şeftali yiyordu. Üstelik ellerim titriyordu. Kalbimde yarım yamalak bir çarpıntı baş göstermişti. Nereden gelmişti ve neyin nesiydi şimdi bu? Ben onu içeri buyur etmemiştim. Jaemin gibi çat kapı gelen bir davetsiz misafirdi. Ziyadesiyle öfkelendim orada otururken. Masadaki şeftalilerin kokusunu dahi duymak istemedim.

Sol tarafımdaki vızıltıyı görmezden gelmeyi başararak kırk yedinci sayfaya kadar okudum. O ise ne konuşuyordu, ne kalkıyordu, ne başka bir şey yapıyordu. Sessizce, dizlerini karnına çekmiş bir biçimde oturuyordu ve bana bakmadığını biliyordum. Nereye baktığı müphem.

Sonra annem ve Donghae geldi masaya. Hepimize ballı çay yapmışlar. Boş kalan iki sandalyeye de onlar oturdu ve sohbet etmeye başladılar. Fakat ben sohbete dahil olmayarak kitabımı okumaya devam ettim. Çok zaman sonra, çaylarımız çoktan bittiğinde ve annemle Jaemin'in neşeli kahkahaları (sinirlenmemek elde değildi) son bulduğunda annem bana doğru döndü. "Jeno?"

Başımı kaldırıp ona baktım. Saçlarını ensesinde gevşek bir topuz yapmış, kulaklarının üzerine kahverengi bukleler dökülüyor, üzerinde çok sevdiğim yeşil elbisesi, boynunda ona doğum gününde hediye ettiğim kelebek şeklindeki kolye. "Bu akşam yemeği dışarıda yiyelim diyoruz. Sen ne dersin?"

küçük ateş güzeli, nominWhere stories live. Discover now