sekiz; etkilenme sorunu

Start from the beginning
                                    

&

devasa bir şeydi bu, tam anlamıyla kocamandı.

karşısında dikildiğim ev, hatta yalı tarzındaki yapı o kadar büyüktü ki bir odada bayılan kişiyi diğer kişinin bulması resmen yarım saatini falan alırdı.

yüzümdeki şaşkın ifadeyi yok edip güvenliklere gülümsedim, onlar da aynı şekilde bana gülümseyip kapıyı açtıklarında minho'nun geleceğimi haber vermesi hoşuma gitmişti. en azından klişe bir şekilde kapıda kalıp adamlarla kavga falan etmemiştim.

büyük ve inanılmaz temiz gözüken bahçeyi göz ucuyla incelediğimde bahçıvana benzeyen bir adam elindeki hortumu bırakıp paytak adımlarıyla yanıma geldi. "hoşgeldiniz, buyurun kapı şurada."

işaret ettiği yerin benim gitmeyi hedeflediğim yerin tam aksi olduğunu görünce utançla gülümsedim ve adamı takip ettim.

zaten açık olan giriş kapısından içeri gireceğim sırada bahçenin kendi odasına bakan tarafında oturan minho'yu gördüm. adımlarımı onun yanına çevirdiğimde bahçıvan da peşimden ayrılmıştı.

minho beni fark edene kadar ses çıkarmadan yürüdüm, ardından ayağıma takılan kalın hortum borusuyla düşme tehlikesi atlattığımda dikkatini bana verip ayaklandı hemen.

"hay babanı sikeyim, çekil şuradan." diye hortuma sinirlenip ayağımı acıyla sallarken minho geldi yanıma. "iyi misin, bir şey olmadı değil mi?"

gülümseyip, "ha, yok yok. burkuldu biraz." dedim ve tepki vermesini beklemeden yanından geçip az önce oturduğu yere oturdum.

masadaki gereksiz dergilerden birini alıp gelişigüzel bakındığımda yüzüme gelen güneşi kapatan vücudun sahibine baktım. boş gözleriyle beni izlerken kafamı salladım anlamsız bir ifadeyle.

"buraya dergi için mi geldin jisung, hadi yapalım şunu artık."

"aman, beyefendi pek de bir yükselmiş bu duruma." diye mırıldanıp yerimden kalktım ve uçuşan perdelere sahip olan kapıdan içeriye girip arkamdan onun gelmesini beklemeden odayı incelemeye başladım.

odanın duvarları grimsi bir tondaydı, tam da bu suratsıza yakışan bir renkti gerçekten. giyinme odasının kapısı normal kapılara göre büyüktü ve gece mavisi rengindeydi. tasarım gri ve bu mavi tonunda olduğu için fazlasıyla basit gelmişti bana. benim odam neon turuncu ve pembe renginden oluşuyordu çünkü.

ben bu devasa odanın başka yerlerine bakmaya devam ederken minho da yatağın sol ucuna oturmuş beni bekliyordu. acele etmek istemedim, televizyon ünitesinin altındaki fotoğraflara baktım sakince.

küçükken resmen kekonun tekiymiş bu, şimdiki gibi fazla varlıklı olmadıkları da belli oluyordu resmen. annesi ve babasıyla olan fotoğraflarına da baktıktan sonra duyduğum derin bir nefes verme sesiyle arkamı dönüp gülümsedim.

eski yerinde değildi, sırtını yatak başlığına yaslamış ve bağdaş kurmuş bir şekilde yatakta beni bekliyordu.

hızlı adımlarımla yanına gidip direkt yatağa çıktım ve birkaç saniye sonra birleştirdiği bacaklarının tam önüne oturup dürttüm onu. "fazla acelecisin, uzat bacaklarını."

dediğimi sorgulamadan tatlı bir bebek gibi bacaklarını uzattı ve ben de beklemeden sert bir şekilde kasıklarına oturdum. anlık nefesini tuttuğunu görünce kıkırdadım ve "rahatla, arkadaşça takılıyoruz sadece." dedim ironik bir ses tonuyla.

göz devirip rahatladığına dair birkaç mırıltı çıkarırken rol yaptığını anlamak çok da zor değildi benim için. havada kalan ellerini tutup belime yerleştirdiğimde tişörtümü sıktı ilk önce, yine oraya bakıp gülümsediğimde de sinirlenip tutuşunu gevşekleştirdi.

poor or rich ✓Where stories live. Discover now