Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler

Comenzar desde el principio
                                    

  Rae'nin ismini ağzına alması beni daha çok sinirlendirdi. "Onun ismini ağzına alma," dediğimde kolyem boynumda bir nabız gibi atmaya başladı. "Biz birbirimize aitiz, hiçbir zaman senin olmadım ben."

  Apollon ayağa kalkıp bana doğru yürüdüğünde Tara okunu hazır hale getirdi. Apollon Tara sanki okuyla kalbine hedef almamış gibi doğrudan gözlerimin içine baktı. "Her şey farklı olabilirdi," dedi büyük bir dürüstlükle. "Eğer Rae yerine beni çağırmış olsaydın şu anda bir savaşın ortasında olmazdık."

  "Senin yanında olmaktansa ölmeyi tercih ederim," dedim.

  Apollon gülümserken başını hafifçe yana doğru eğdi. "Büyük konuşma Mara," dediğinde sesi ancak bir kehanet tanrısının sahip olabileceği gizemli bir tınıya sahipti. "Geleceğin sana ne getireceğini bilemezsin."

  Sözlerindeki açıklık beni rahatsız etti. Hançerimi uzanıp çıkartmaya çalıştım ama orada olmadığını anladım.

  Çocuk arkamda boğazını temizledi. Hançerimi elinde tutmuş bana uzatıyordu.

  Şaşkınlıkla küçük ellerinin arasında kocaman duran hançerime baktım. Bana mahcup bir şekilde gülümserken gözlerini kaçırdı, hançerimi bana uzattı.

  Apollon yeniden oturmadan önce, "Bir hırsız," diye mırıldandı ve çocuğun elinden hançeri almamı izledi. "Hermes'in oğluna da bu yakışırdı doğrusu."

  Ona kızmadığımı göstermek isteyerek yavaşça suratını sevdim. "İsmin ne?"

  Çocuk bakışlarını benden kaçırdı. "Bir ismim yok meter," derken sesi yaşının sahip olması gerekenden daha fazla acıyla yüklüydü. "Bana bir isim verecek ailem olmadı."

  Sözlerindeki dürüstlük canımı yaktı. Bu savaştan sağ çıkmayı başaramazsak Rayen'e de bu mu olacaktı? Onun ismini bir kez bile gözlerinin içine bakarak söyleme fırsatı bulamadan yitip gidecek miydim tarihin kaybedenlere ait köşesinde? Belki de yalnızca Karr'ın ona anlattığı hatıralardan ibaret olacaktım. O kadar. Daha fazlası değil. Yitik bir anı, silik bir varlık.

  Dizlerimin üzerine çökerek çocukla yüz yüze geldim, uzanıp sarı saçlarını yavaşça okşayarak dökülen dalgalarını suratından çektim. "Linus," diye fısıldadım parmaklarımın arasında kayan altın saçlarına bakarak. "İsmin bu olsun."

  Çocuk isminden memnun bir şekilde başını salladı. "Linus," diye tekrar etti. "İsmimi çok sevdim meter, teşekkür ederim."

  Tara en sonunda okunu indirdi. "Pekala Linus, sanırım gitme vakti geldi," dedikten sonra Apollon'a son bir kez tehdit edercesine baktı ve yayı ortadan kayboldu.

  Linus yeniden kucağıma tırmanırken Apollon da oturduğu yerden kalktı. Başımı iki yana salladım. "Sen değil," dedim. "Sen bizimle gelmiyorsun."

  Apollon kanatlarını iki yanında açtı. "Eğer ben olamasaydım Arakne'nin ağlarında ölümü bekliyor olurdunuz."

  "Ne kadar da yüce gönüllüsün," dedikten sonra kucağımda Linus'la birlikte limana doğru yürümeye başladım.

  Tara da bana eşlik ederken Apollon arkamızdan seslendi. "Atlarınızı limana göndereceğim, en azından bunu yapmama izin verin."

  Ona bir cevap vermeden yalnızca ayağımın altında ezilen otlara ve kucağımdaki küçük çocuğa odaklandım.

  Yapacağı hiçbir şey geçmişte yaptıklarını değiştiremezdi.

☽✩☽

    Persephone çayırlarına ulaşabilmek için atla iki gün boyunca yolculuk etmek zorunda kalmıştık. Tara'ya kalsaydı hiç durmadan bir günde alabileceğimiz bir yoldu ama Linus'un o kadar mesafeyi tek seferde gidemeyeceğine emindim. Fazla zayıf ve güçten düşmüştü.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Donde viven las historias. Descúbrelo ahora