On İkinci Bölüm

Zacznij od początku
                                    

" Olcay kızım iyi misin niye ağlıyorsun? "

"Hı? Ne? Niye akmaya devam ediyor ki?"

Profesör bana seslenene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Niye ağladığıma da bir anlam verememiştim. Normalda nerdeyse hiç ağlamayan biriyimdir ama yıllardır içime attığım duygular birden boşalmıştı.

"Anne. Annemi çok özlediiiiiim.Çok yoruldum. "

*    *     *

Olcay ve Profesör diğerleriyle mağarada oldukları sırada büyücü Sonya dört safkan vampirinde yardımıyla büyük bir ordu oluşturmuştu. Ordunun çoğu kan emenlerden oluşuyordu. Tenebris ordusu tekrar kurulmuştu ve bu sefer onları durduracak göğün çocukları burada değildi. Sonya bu savaşın kendi leyhlerine sonuçlanacağından emindi. Göğün çocuklarından geriye kalan gücünün sınırını bilmediği kıymetli eşyalarda ondaydı. Sonya'ya göre insanlar aç gözlü, çıkarcı ve iğrenç yaratıklardı. Hiç bir güce sahip olmadıkları halde kazanmaya takıntılılardı ve güç elde etmek istedikleri için yüzyıllardır barış içinde yaşadıkları Tenebrisliler'e savaş açmışlardı. İnsanlar hep en üstün olmaya çalıştıkları için olmuştu her şey. Savaş her iki taraf içinde büyük kayıplara neden olmuştu. Savaşı ilk insanlar başlatmıştı öyleyse neden şimdi Tenebris başlatmasın diye düşünüyordu. Önünde duran yüzlerce kan emene bakarken Areas yanına gelmişti. Areas dört safkan arasında insanlardan en çok nefret eden kişiydi. En çok güvendiği kişi olan abisini bile kandırmayı başarmışlardı.

"Bu gece Atlantis'in yıkımı olacak. Sen hazır mısın büyücü?"

"Hazırım Areas hemde hiç tahmin edemeyeceğin kadar."

*     *      *
OLCAY

Ağlamam durduğunda Profesör diğerlerine bir şeyler anlatıyordu. Kendi sesim yüzünden ne konuştuklarını duymamıştım ama şimdi benim hakkımda konuşuyorlardı. Ayağa kalkıp yanlarına yaklaştım. Nedense içimde bugün  kötü şeyler olmaya devam edecekmiş gibi bir his vardı ve hislerim genellikle doğru çıkardı. Kimisi buna kadın içgüdüsü derdi. Ulu Bilge ile göz göze geldiğimizde konuşmaya başladı.

"Göğün çocuklarını nasıl tanıyorsun? Yüzyıllar önce buraya geldiler."

"Mu'daki zaman buradakinden çok farklı Ulu Bilge. Göğün çocukları dediğiniz kişiler benim beraber büyüdüğüm çok yakın arkadaşlarım. Onlardan Mu'da ayrılalı daha bir ay oldu ama burada yüzlerce yıl geçmiş."

"Ağlaman bittiyse anlatacağın şeyler olmalı."

Göktuğ. Şu sarı kafa... Sinirlensemde haklıydı bir açıklama bekliyorlardı. Olaya onların gözünden baktığımda hiç tanımadıkları halde yardım ettikleri iki insanın ihanet etmesinden korkuyorlardı. Üstelik biri çoktan yalanlarına inandırmıştı.

"Haklısınız. Her şeyi anlatmaya başlamadan önce Tenebris ordusunun yeniden kurulduğunu hatırlatmak istiyorum. Adım Olcay sizin gibi sıradan bir insanım tabi yaşadıklarım hiç de sıradan şeyler değiller. Göğün çocuklarının arkadaşıyım, yanlarına geri dönmenin bir yolunu arıyorum ve buldum. Tahmin edeceğiniz üzere bu gördüğünüz kişi gerçek dedem değil ama çok saygı duyduğum bir büyüğüm. Öncelikle konuştuğumu saklamamın nedeni ben Profesör kadar iyi konuşan biri değilim sizin düşman ya da dost olduğunuzu anlamadan yanlış şeyler konuşup başımı belaya sokabilirdim. Dost olduğunuzu anladıktan sonra konuşmamamın sebebi ise Börü Han'ın emriydi. Bu yazıları siz okuyamıyorsunuz ama Mu'da kullandığımız yazı olduğu için okuyabileceğimi düşündüm ancak harfler şifrelenmişti. Bu yüzden yazıları okuyana kadar konuşmazsam zaman kaybetmezdim. İşte böyle."

"Peki ya yangın? Ailenin ölümü? Onlarda mı yalandı?"

Hayal kırıklığı sesinden belli olan Çakır'a baktım. Karaca da koyu, derin bir boşluğa benzeyen gözleriyle bana bakıyordu.

"Evet. Ailem Mu da ve yanlarına dönmeye çalışıyorum."

"Elindeki yanık izi de sahte mi?"
Göktuğ tek kaşını kaldırmış sağ elime bakıyordu. Gülümseyerek sol elimle tuttuğum sağ elime baktım. Oradaydı. Ben kendimi bildim bileli hep orada olmuştu.

"Yanık izi gerçek ben bebekken olmuş. Sorularınız bitti mi?"

      Yemek yemek gibisi yoktu. Tabi sofrada rahatça yemek yiyen bir tek bendim. Herkes derin düşüncelere dalmıştı. Ben de burada hergün et yemeye kötü alıştım. Neyse bir daha nerede bulacağım ki yiyeyim gitsin.
Zaten yemezsem yakında açlıktan bayılırım herhalde. Tam gözüme kestirdiğim muhteşem ötesi eti alacakken başka bir el benden hızlı davrandı. Elin sahibine baktığımda eti çoktan ağzına atmıştı. Yüzüme bakıp sırıttı. Bilerek yapmıştı. Yine de kızmadım en azından eskisi gibi boğazıma kılıç dayamıyordu.Kuzudan başka bir et parçası kopardıktan  sonra ağzıma koymuştum ki Börü Han şimdi ne yapacağımı sormuştu.Elbette önceliğim köstekli saati bulup geri nasıl döneceğimi  bulucaktım.Profesör de benimle aynı fikirde gibi görünüyordu.Derin bir nefes verip  konuşacağım sırada nöbetçi alp içeri girdi. Atlantis'ten haberci gelmişti ve hiçte iyi haberler getirmemişti. Tenebris, Atlantis'i ele geçirmişti.
    

Köstekli Saatin Sırrı Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz