1/2

13K 1.1K 1.5K
                                    

Yeşilçam Fic Fest yazarlarına bu hikayeyi bitirmemde yardımcı oldukları için teşekkür ederim 💘

O bir hırsızdı.

Ah, evet. Çoraplarımı çalmaya bayılırdı. Ne zaman işten yorgun argın dönsem içleri dışına çıkmış çekmecelerimi görüp küfürler sıralamaya başlardım. O ise yapışmış olduğu tavanımda kıkır kıkır güler, sinirli söylenmelerime aldırmazdı. Çoraplarımı alıp da ne yaptığını sorduğumda bana verecek bir cevabı bile olmazdı, bunu sadece beni delirtmek için yaptığını, sinirlenmemin deli gibi hoşuna gittiğini biliyordum. Yatak odamdan çalmayı sevdiği tek şey düz renk çoraplarım değildi, küçük iblis gömleklerime ve kıravatlarıma da dadanıyordu. Evin rastgele yerlerinde karşımda aniden onu bulurdum. Başına geçirdiği kıravatımla çok şapşal görünür, gözlerini devirip parmaklarını V işareti yapar, dilini çıkarıp poz veriyormuş gibi yaparak "Yakışmış mı?" diye sorar, aklınca benimle dalga geçerdi. Altlarına bir şey giymeden, ona oldukça büyük gelen gömleklerimle dolaşmayı sever ve ona nedenini sorduğumda deterjanımın çok güzel koktuğunu söylerdi. Oysa hassasiyetim olduğundan kokulu bir deterjan bile kullanmıyordum. 

Buzdolabımı tırtıklamayı, soğumaları için tezgaha bıraktığım fırından yeni çıkmış kurabiyeleri çalmayı da çok severdi. O, yemin ederim ki, hayatımda gördüğüm en yaramaz, en uslanmaz çocuktu. Bir mutfak faresinden farksızdı. Kurabiyelerim gibi taze çileklerimi, fazladan yapıp dolaba koyduğum pudingleri ve muzlu sütlerimi çalardı. Onu her seferinde azarlardım, yine de her market alışverişimde alerjim olmasına rağmen onun şu çok sevdiği fıstıklı atıştırmalıklardan almadan da duramazdım. Çocuk, derdim. Hırsız da olsa; arsız, edepsiz, uslanmaz ve şeytan da olsa çocuk işte. İtiraf etmek istemesem de market poşetlerimi karıştırdıktan sonra fıstıklı atıştırmaları bulamayınca yüzünün aldığı şekilden nefret ediyordum. Küçük dudaklar büzülüyor, iri gözler hayal kırıklığıyla bakıyordu ve yemin ederim-böyle anlarda onun bir şeytan olduğunu neredeyse unutuyordum.

O bir hırsızdı. Kokulu mumlarımı, plaklarımı ve bazen de diş fırçamı çalıyordu. Hiçbirine ihtiyacı olduğundan değil. Sırf ben çıldırayım diye yapıyordu ve işe yarıyordu da.

Ayrıca Jeon Jeongguk, bir baş belasıydı. Bunu şu ana kadar anladığınızı düşünüyor olabilirsiniz ama hayır, emin olun bu özelliği ayrı bir madde olmayı hak ediyor.

Ailesinin karşı daireme taşındığı ilk günü hatırlıyorum. Şöhretleri onlardan önce gelip yerleşmişti. Herkes mahalleye gelecek şeytan ailesini konuşuyordu. Çok nadir olmasalar da şeytanlar gittikleri her yerde ilgiyle karşılanır, hem dışlanmaya hem de hak etmedikleri davranışlara maruz kalırlardı. İşten çıkmış, eve doğru yürüyorken nakliye şirketinin kamyonunu görmüş, çoğunluğu koyu renklerden oluşan mobilyaları fark edince ise şeytanların sonunda taşınıyor olduğunu anlamıştım. Kuyruklu piano, çeşitli şamdanlar ve neyce olduğunu bilmediğim deri kapaklı, kalın kitaplar içeri taşınırken en çok dikkatimi çeken eşyalar olmuştu. 

Jeongguk'la tanışmam ise Jeon ailesinin beni yemeğe davet etmesiyle gerçekleşmişti. Evleri gerçekten de koyu tonlarda döşenmişti. Gotik viktoryan bir tarzları vardı. Duvarlarda orijinal olduğu belli olan tablolar asılıyken uzun yemek masalarının üstü çeşitli yemeklerle donatılmıştı. Benim dairem mimari açıdan onlarınkinin bir kopyası olsa da buradan çok daha fazla ışık alıyordu, çok daha modern döşenmişti ve... Sıradandı işte. 21. yüzyılda, otuzlarındaki bir avukat, sahip olduğu maddi güçle evini nasıl döşeyebilirse öyle döşenmişti. Jeonların dairesi ise kendisine daire denmeyi hak etmiyordu. Çok büyük olmasa da yaydığı aura, içerideki ağır tütsü kokusu ve içinde yaşayan şeytanlarla adeta fantastik bir kitaptan fırlama bir malikaneydi.

𝙙𝙚𝙫𝙞𝙡 𝙗𝙚𝙝𝙞𝙣𝙙 𝙩𝙝𝙚 𝙙𝙤𝙤𝙧, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠 ✓Where stories live. Discover now