1. YALANCI ÇOBAN VE YILLANAN YALAN

Depuis le début
                                    

Sağ elimle sol kolumu yavaşça sıvazlayarak mırıltılı bir sesle konuştum. "Hava almak istiyorum. Burada tek başıma durdukça beynimin içindeki sesler susmuyor." Uzun bir zamandır yaptığım -zorunda kaldığım- bakımların getirisi olarak küçük gösteriyordum. Nazlı bir genç kız gibi konuşmamla gözleri parlayan genç adamın bakışlarından da teorim doğrulanıyordu.

20'li yaşlarında olduğu belli olan, yakasında 'Cankut' yazan hasta bakıcım, elini kapı koluna yaslayarak hafifçe eğildi. Mesleki deformasyonla onu incelemeye başladım. Beden dili yorumlamayı çok seviyordum.

Etkili bir beden dili incelemesinin üç temel şartı vardı. Birincisi: Jestleri kümeler dahilinde okumaktı.

Örneğin; ben yerimde sallanırken kafasını kaşıyarak beni izleyen bu genç adamın anlatmak istediğini sadece bu eylemine bakarak yorumlayamazdım. Kafa kaşımak onunla beraber meydana gelen diğer jestlere bağlı olarak terlemek, kuşku duymak, bitlenmek, unutkanlık, yalan söylemek gibi birçok anlama gelebilirdi. Tıpkı herhangi bir konuşma gibi beden dilinin de sözcükleri, noktalama işaretleri, cümleleri vardı.

Cankut'u bu kümede bir yere koyabilmem için diğer kurallara göz atmam gerekiyordu.

İkincisi: Uyuma dikkat etmekti.

Araştırmalara göre sözsüz sinyaller, sözlü kanallardan beş kat daha fazla etki taşıyordu. Bunu bir bakışıyla dağları deviren maço erkeklerimizden de anlayabilirdik. Özellikle kadınlar sözel olmayan mesajlara güvenerek sözlü içeriğe pek önem vermiyordu. Sanırım ben bu kategoriye dahil olamayacak kadar ifadesiz bir yüze sahiptim. Kim benim bakışlarımdan bir anlam çıkarabilirdi ki?

"Sana eşlik edemeyeceğim maalesef. Beni bekleyen hastalarım var," diyen Cankut'un sesi bu duruma üzüldüğünü belli eden cinstendi. Omuzlarındaki düşüklük de bunu kanıtlıyordu.

Sözel ve sözel olmayan davranışın uyumuna bakarak gerçekten tepkisini anlayabilme yolundaydım. Son kurala geçtim.

Üçüncüsü: Jestleri bağlamlarıyla okumak.

Yani beni ilgiyle süzen Cankut'un, bana çaktırmamaya çalışarak nişan yüzüğünü cebine koymaya çalışmasının nedenini iyi okumak. Bunu yapmasının nedenini yüzüğün parmağını sıktığından değil de müstakbel eşini aldatma girişiminde bulunacağından olduğu çok netti.

Hepsini bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan sonuç, Cankut'un iflah olmaz bir şerefsiz olduğuydu. Kendi hâlimde bu duruma gülümsememi ona cilve yaptığımı sanacak kadar da aptaldı üstelik.

Beden dilini iyi bilmeyen biri için karşındakini kandırmak zordu. Fakat erkekleri kandırmak kadınları kandırmaktan daha kolaydı. Çünkü genel olarak erkekler iyi bir beden dili okuyucusu değildi. Bana göre ise bunun nedeni dikkatleri başka yöne kolayca çekilebilen bir organa sahip olmalarından dolayıydı.

Hayır, kast ettiğim beyin değil.

Cankut buraya gelirken ki bulunduğum ruh hâlinden hızla sıyrılmamı umursamıyordu. Çünkü onun için kafası dağınık olan, 'ailevi problemleri olan' genç bir kızdım. Beni kolayca tavlayabilme ihtimali her an kendimi öldürebilme ihtimalimin önüne kolayca geçiyordu.

İnsanları memleketine, uyruğuna, dış görüşüne, cinsiyetine ya da herhangi bir özelliğine göre yargılayan bir insan değildim. Fakat bu işin içinde olduğum zamandan beri her teorimde ortaya çıkan tek bir olgu vardı. Bu olgu beni her ne kadar yargılıyormuş gibi gösteriyor olsa da bunu söylemezsem içimde kalırdı. Erkekler bacaklarının arasındaki organla hareket eden, işini bilen kadınlar tarafından kolayca kandırılabilen, dürtülerine engel olamayan anlaşılması çok kolay varlıklardı. Bu yargılama sayılır mıydı? Sayılması yanlış olduğunu göstermezdi.

MARTAVALOù les histoires vivent. Découvrez maintenant