1. YALANCI ÇOBAN VE YILLANAN YALAN

En başından başla
                                    

İnce bir camın içindeydim lâkin seyircilerimi kendim seçiyordum.

Attığım her adımı sorgulayan, en ufak bir hatamda karşıma geçmek için hazırda bekleyen insanların arasında nefes almaya çalışıyordum. Onlara benzemeye çalışarak bir hayat sürmem büyük bir ironiydi. Tüm mahremimi gösteren camın ardında, ellerinde tuttukları kâğıtlara göre biçimlenmemi bekleyen bu insanların, benim yerime camın arkasında kaldıklarını düşününce istemsiz bir şekilde sırıtıyordum.

Hayat böyleydi. Bazıları izler, bazıları yaşardı.

Floresanların cızırtıları sesleri eşliğinde yemeğimi yerken heyecanlıydım. Aslında buna yemek demeye bin şahit isterdi. Soğuk bir patates püresi, birkaç parça yağlı dana eti ve lapa olamayacak kadar kötü bir pilav. Akıl hastanesinde başka ne bekliyordum ki?

Köprülü Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi.

O sabah başıma açtığım işten sonra buraya geleli üç gün yedi saat olmuştu. Beni kapattıkları odadan sadece bir kere dışarı çıkabilmiş, onda da doktorumla konuşmaya götürülmüştüm. Temiz hava almam için dışarı çıkmamı önerseler de şimdilik gözlem yapmak isteyerek odamda kalmıştım. Bahçeye bakan pencerem benim için bulunmaz bir nimetti. Herkesi inceleme fırsatı bulmuştum.

Fakat artık zamanıydı. Yemeğimi yediğime göre sıra hücremden dışarı çıkmaya gelmişti.

Küçük lavabomda elimi yıkayıp saçlarımı tepeden dağınık bir topuz yaptım. Günlerdir doğru düzgün uyku çekemememin getirisi olan mor halkalı göz altlarım, buraya gelme nedenimle uyumlu görünüyordu. Sonuçta 'ailesini kaybettiği için canına kıymaya çalışan Sevde' olduğum için yüzümde bunun belirtileri olmalıydı.

Yeni ismimi seçme nedenim gazetede gördüğüm güzel bir mankenin adı olmasıydı. Hoşuma gitmişti.

İnsanların algısı çok kolay yönlendirilebiliyordu. Bunun en büyük kanıtı yıllarımdı. Birkaç damla gözyaşı, titreyen bir ses, hakim olunamayan beden hareketleri, boğazdan kaçan feryatlar, sarsılarak ağlamak ve nicesi. Yas tutuyorsan bunları yapmak zorundaydın. Eğer içine atıyorsan, gözyaşını akıtmayıp ruhunu kanatıyorsan onlara göre gidenin arkasından üzülmüyorsun demekti. Bu yüzden insanları kandırmak kolaydı.

Ağlamadığında hâlini sormayan onlarca insan, ağlıyorsun diye yanında olurdu. Bu, hayatın acını dışarı yansıtmazsan şefkat göremezsin deme şekli miydi?

Aynadaki aksime bakmaya son verip yüzüme geçirdiğim duygu maskem ile adımlayarak kapımın yanına geldim. Gerçek hayatta da olsa diye dilediğim acil çağrı butonuna bastım. Bence hava almak istemek de acil bir çağrıdan sayılırdı.

Birkaç saniye içinde açılan kapı ile günlerdir benimle ilgilenen hasta bakıcım ile göz göze geldim. Gözleri bedenimde hasar kaydı yaptıktan sonra hızla odamı taradı. "Ne oldu Sevde? Bir şey mi isteyeceksin?" diye ilgiyle sordu.

Bir elinde sıkıca tuttuğu telefonu, diğer elinde sigarası vardı. Telefonun üzerindeki su geçirmez kılıf, onu gördüğüm ilk andan itibaren anladığım gerçeği bir kere daha hatırlattı. Üst düzey aldatıcı.

Beyaz teninde güneş gibi parlayan çilleri ve açık cilt tonu dışarıda fazla vakit geçirmediğini gösteriyor. Su ile haşır neşir olmasını sağlayacak olan bir işe sahip değil, demek ki duşta bile telefona bakıyor. Yanından bir an bile ayırmadığı telefonundaki mesajların görülmesini istemediği aşikâr. Rehberinde birden fazla tesisatçı numarası olduğuna bahse girerim.

MARTAVALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin