16.BÖLÜM: Kayıp Prenses

En başından başla
                                    

Kral Lui duyduklarıyla nefesinin kesildiğini hissetti. Karanlık çökmesine rağmen prensesin gelmemesinden kötü şeyler olduğunu anlaması gerekirdi.

''Söylesene Percy! Ne oldu Beatrice'e?''

Kralın hiddetle tepki göstermesine takılmadan yanıtladı onu genç danışmanı. "Adamım orman yolunda prensesin arabasını bulmuş. Bütün maiyeti öldürülmüş. Prenses ise yokmuş.''

Kral elini sandalyeye atıp ona tutundu. Bir evladını daha kaybetmeye dayanamazdı.

"Prenses kaçırılmış.''

🏹🏹🏹

Bunların hepsi bana zihnimin oynadığı bir numara olmalıydı. Kendi kaçırılmamı planlayıp başka kişiler tarafınca kaçırılmam nasıl mümkün olabilirdi? Üstelik haydutlar tarafından...

Tahta kapı büyük bir gürültüyle açıldığında yerimden sıçradım. Ellerimi urganla bağlayıp beni zorla kulübeye sokan kaba adam sonunda teşrif edebilmişti. Sabahtan beri bu cehennemde benimle konuşacak birini bekliyordum.

Kulübede iki tahta oturak, bir masa ve şömine vardı. Adam yüzüme bile bakmadan şömineye atmak için getirdiği odunları kucağında şömineye taşırken üşümüş olduğumu yeni idrak ettim. Öyle ki titrediğimin bile farkında değildim.

''Bak bana."

Adam bana arkası dönük yere eğilmiş maşayla eski közleri dağıtırken beni duymamazlıktan geldi. Karanlık çöktüğünde iki yüzü peçeli adam birkaç mum yakmışlardı içeriye girip. Lakin benimle konuşmamışlardı. Bu kaba adam haricinde kimse benimle konuşamazmış, yasakmış. Saçmalık.

''Ben acıktım.'' Adamın odun atan eli birkaç saniye havada kalıp duraksadı. "Ayrıca çok da üşüdüm. Daha yeni mi aklınıza geldim?''

Odunu şömineye atıp başını bana doğru çevirdiğinde yüzünün ancak yarısını görebiliyordum. Onu da gölgeli gölgeli.

''Bileklerim de acıdı. Çöz şunları.''

''Kulağımın da gözümün de bende kalmasını istiyorum prenses. Seni çözmeyeceğim.''

Onu gözüyle ettiğim tehditten ve kulağını sıyırıp geçen bıçak atışımdan bahsediyordu.

''Gerçekçi olsun diye yapmıştım onu. Ben nereden bileyim haydut olduğunu?''

Ayağa kalktı ve bana dümdüz bir ifadeyle baktı. ''Halk tarafından uğradığın saldırılarda başına çok mu darbe aldın?''

Bunu öyle ciddi sordu ki bir an için ne demek istediğini anlayamadım. Yüzümü buruşturarak bağlı bileklerime baktım. Çok sıkı olmasa da zaman geçtikçe bileğimi kesmeye başlamıştı urgan.

''Buradan kurtulduğumda başına darbe alan sen olacaksın! Seni giyotinle idam edecekler.''

Gözlerini devirdi. Eğilip bileklerimi çözmeye başladığında onu yakından inceledim. Dümdüz uzun koyu renk saçları vardı. Oldukça kalıplıydı. Parmakları hızla urganı bileğimden çıkardığında rahatlayarak bileklerimi ovmaya başladım. Fakat ayağa kalkmadığı gibi bileklerimi kavradığında şaşkınlıkla başımı zaten ona eğmiş olduğumdan gözlerine baktım.

Bana farklı bir şekilde bakıyordu. Koyu gözlerinde bir bağ hissediyordum. Öyle ki sanki bana kaba davranan insan o değildi. Gözleri tamamen uysaldı. Gerçi yalan söylememem lazım ki pek kaba sayılmazdı. Bana çok sert davranmamıştı, ben çırpınıp durmuştum.

Gözlerim istemsizce şakağından inen derin bıçak yarasına kaydığında kaşlarını çatarak bileklerimi bıraktı ve hızla ayaklandı. Rahatsız mı olmuştu yarasına bakmamdan?

GAYRİMEŞRU PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin