6- Hücreler ve Çığlıklar

36.5K 3.4K 1.2K
                                    

Günaydın gencolar...

Medya: Leonidas

Küçük, rutubetli bir hücre odasındaydım. İçerisi karanlıktı ama en kötüsü saatlerdir Bahadır ve Korkut'un çığlıklarını dinliyor olmamdı. Yunan askerleri ölmüştü, birisi hariç.

Bana dokunan olmamıştı ama bu daha büyük bir işkenceydi. Bacaklarımı kendime çekmiş, karanlık kutu gibi bir odada kardeşlerimin çığlıklarını dinliyordum.

Bahadır'ın bağırtısı tekrar kulaklarıma dolduğunda dişlerimi sıktım, onlara küfür edip bağırmaktan sesim kısılmıştı. Dinginleşmiştim, neredeyse bir gündür buradaydık.

Askerler öldüğü için, itiraf etmemizi sağlayıp daha sonra da ibret olsun diye bizi İzmir meydanında, dar ağacında sallandıracaklardı. Bu düşünceyle vücudumdan bir ürperti geçti. Bahadır ve Korkut ve Bahadır'ın sesleri birden kesildiğinde korkuyla gözlerimi açtım.

"Bahadır" diye bağırdım, kısık sesim bir de üzerine titreyince iyice duyulmaz olmuştu. "Korkut! İyi misiniz?"

Ses gelmediğinde ellerim titremeye başladı. "Cevap verin!" diye bağırdım korkuyla. "Asker!" dizlerim öyle çok titriyordu ki kalkamadım. "İyiler mi! Cevap ver lan bana!" Minik bir parmaklı pencerenin ardından bana bakan Yunan askeri isyanıma karşı alayla sırıttı.

"Senin evveliyatını sikerim!" öfkeyle ayağa kalkmaya çalıştığım sırada demir kapı açıldı ve içeri o Üsteğmen girdi.

Leon.

Bakışları direkt soğuk zeminde oturan benim üzerimdeydi. Dişlerimi sıktım, ama aksi bir şekilde dudaklarımı kıvrılmaya zorladım.

"Hoş geldin kibarcık" dedim alayla. "Girme böyle yerlere, esvapların kirlenir mazallah" dediğimde benim aksime büyük bir ciddiyetle suratıma baktı.

"Çıkabilirsin" dedi, üzerime doğru bir kaç adım attı. "Özgürsün Teğmen"

"Arkadaşlarım?" diye sordum direkt, onlara bu denli zarar verilirken bana neden kimse dokunmuyordu.

"Onlar bir süre daha misafirimiz" dediğinde anında kaşlarım çatıldı. "Neden?"

"Senin suç ortağı olmadığını biliyorum" dedi, yavaşça önümde diz çöktü ve benimle aynı boya geldi, sağ dizini pis zemine yasladı. "Şimdi bana gerçek suçluyu söyle, seni bırakayım"

"Söyleyecek bir şeyim yok" dedim, tereddüt bile etmeden.

Yeşil gözlerini kapatıp burnundan sert soluklar aldı, kendini sakin tutmaya çalışıyor gibiydi. "Bana sadece bir isim ver" dedi, bakışlarını aralayıp yüzümde gezdirirken.

"Kim olduğu umurumda değil, senin beyanını esas alacağım, katalaves?"

Dişlerimi sıktım, mavi gözlerimi yüzünde gezdirdim. Amacını anlamaya çalıştım, emindim ki bir amacı vardı. Yoksa şimdiye kadar beni mahvetmesi gerekiyordu.

"Bendim" dedim üstüne basa basa. "Ben yaptım, bu kadar"

Çenesi gerildi, yüz hatları kaskatı kesildi. "Olay anında orada mıydın?" diye sorduğunda kafamı salladım.

"O zaman arkadaşının bacağındaki bıçak yarasını da biliyorsundur" dediğinde bir an duraksadım. Bahadır'da bıçak yarası hatırlamıyordum ama Korkut'un en son ne halde olduğunu görmemiştim. Renk vermemeye çalışarak kafamı salladım.

"Biliyorum, yanındaydım" dedim. Gözleri kısıldı, dudakları kıvrıldı. "Hangi bacağında?" diye sorduğunda bir anlık bir duraksama yaşadım ama bunu fark etmesine fırsat vermeyerek "O an dikkat edemedim, köpekleriniz üzerime çullanmıştı mâlum"

Yüzüme doğru eğildiğinde sırtımı arkamdaki duvara gömdüm, orada küçülüp kaybolmak istiyordum. Sıcak nefesini tenimde hissettim.

"Yalan söylüyorsun Teğmen" dedi, "Son şansın, bana bir isim ver, seni serbest bırakayım"

"Yalan söylemiyorum" dedim üstüne basa basa "Sen neden bu kadar ısrarcısın? En iyi Türk ölü Türk'dür demiyor muydun?" dediğimde yeşil gözlerini yüzümde dolaştırdı, burnundan aldığı nefesler rutubetli hücrenin içinde yankılanıyordu sanki.

"Öyle" dedi.

"Arkadaşlarımı bırak" dedim, kısık sesim kendimi aciz hissetmemi sağlıyordu. "Beni alın, ben buradayım işte" dedim sertçe.

"Onlar sorguda ölürse, seni alırız" dediğinde boğazımdan öfkeli bir hırıltı çıktı. Ruh halim anında değişirken yumruklarımı sıktım.

Bir kaç saniye daha öfkeden yanan gözlerime baktı, ne düşündüğünü çözemiyordum.

Daha sonra birden "Stratioti!" diye bağırdı ve aniden ayağa kalktı. Ani hareketi irkilmeme sebep olduğunda kendime kızdım, bakışları sertleşti.

İçeri iki tane asker girdi, birisi o gece odasından çıkan kişiydi.

Bakışlarını benden çekmeden arkasındaki askerlere "Kante tous na milisoun!" dediğinde uzun boylu asker bana bakarak zevkle homurdandı. Git gide gerilirken Leon bana tekrar bakmadan büyük adımlarla hücreyi terk etti.

Diğer askerlerin hücreye soktuğu sandalyeyi gördüğümde bedenimin buz kestiğini hissettim. Beni kollarımdan tutup zorla sandalyeye oturttuklarında ellerimin tir tir tirediğini yeni fark ediyordum.

Bileklerimi sandalyenin kollarına, kalın, siyah bir kayışla bağlarlarken Leon'un odasından çıkan sarışın asker "Giati eisai peismataris? Tha pethanete" dedim. Kendime itiraf edemesem de öyle çok korkuyordum ki, kaşlarımı bile çatamadım.

"Ne diyorsun tipsiz? Anlamıyorum" dediğimde ayak bileklerimi sandalyeye bağladığı için alttan alttan kahve gözlerini bana dikti. "Sen salak?" dedi.

"Ne diyorsun lan?" dedim, sesim titriyordu. "Yarrağa bak, soruya bak..." dedim, belimi bağlıyorlardı sandalyeye, sikeyim.

O sarışın askere bakarak "Bunun tarihi ne zaman dayanıyor acaba?" dedim, gerginlikten ne konuştuğumu bilmiyordum. "Sana yapsalar hoşuna gider mi ha? Tipini sikeyim senin"

Sarışın adam konuştuklarımı anlamlandıramayarak bana baktı.

Beni korkutan çekeceğim acı değildi, acı eşiğim yükesekti benim. Korktuğum bilinmezlikti, ne olacağını bilmiyordum ve bu beni ölümüne korkutuyordu. Nefes seslerim sıklaşmaya başlarken, dizlerim titriyordu.

"Acıyor mu?" diye sordum, kayışları sıkan parmakları duraksadı, kahverengi gözlerini yüzüme çıkardı. Beni anlıyor muydu bilmiyordum.

"Tha ponseis" diye mırıldandı.

Yavaşça ayağa kalktığında ben tamamen tahta sandalyeye bağlanmıştım. Titreyen göz bebeklerime bakıp anlayamadığım bir kaç şey yaptılar, ayaklarımda hissettiğim ıslaklığın ardından bedenime yayılan yoğun sancıyla, can çekişiyor gibi hissettim.

Hücre, benim çığlıklarım ile yankılandı.

Hepsini öldürsem ne yapabilirsiniz ki...

işgalWhere stories live. Discover now