Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)

Start from the beginning
                                    

Korkum kalbimi yakaladı, pençelerinin içinde sıktı da sıktı. "Savaşmayacaklar mı?"

"Savaşacaklar," dedi Rae tek nefeste. "Sen sadece eğitimine odaklan lütfen." Çenemi bir kez daha sevdi, parmaklarındaki nasırlar tenime sürttü. "Bunları sonra da konuşabiliriz, kahvaltı yaptın mı?"

Konuyu değiştirmeye çalıştığının farkında olsam da ona engel olmadım. Sorun bana anlattıklarından çok daha büyüktü ve en azından çözüme yaklaşana kadar benim sadece bu kadar bilgiyle yetinmemi istediğini biliyordum.

Ama söz konusu askerler benim askerlerimdi. Siktir. Zeus'un kıçına bir ok sokmaya bu kadar yaklaşmışken bu hiç de iyi olmamıştı. Rae'nin surat ifadesi dudaklarından daha fazlasının dökülmeyeceğini belli ediyordu ama belki kahvaltıda huyuna gidersem bana daha fazlasını anlatması için onu ikna edebilirdim.

Karr göğüs zırhını gürültüyle yere bıraktı, yana doğru hafifçe sallandı. "Hava biraz fazla mı sıcak?" diye sorduğunda kolundaki deri bileklikleri beceriksizce çözmeye çalıştı ama elleri titriyordu.

Endişeyle ona ve bir anda ter içinde kalan suratına baktım. "Karr?"

Bana cevap vermedi, olduğu yerde bir kez daha sallanırken gözleri kaydı. Dizlerinin üzerine gürültüyle inerken onu tutmaya çalıştım ama Rae'nin sert elleri bana engel oldu.

Karr'ın suratı bir anda gözümüzün önünde kızarırken nefesleri öksürüklerin içinde boğuldu. Korkunç, hırıltılı bir nefes daha aldı ve bilincini tamamen kaybetti.

"Karr!" Ona dokunmak için bir kez daha hamle yapsam da Rae beni sıkıca tuttu ve ne kadar debelenirsem debeleneyim kollarından kurtulamadım. Suratında korkunç derecede sakin ama bir o kadar da karanlık bir ifade vardı.

Geride eğitimlerine devam eden askerlerden birkaçı da gürültüyle oldukları yerde yığılıp kalırken sahipsiz kalan silahları yere çarptı, Rae beni arkasına aldı. "Seus, Mara'yı hemen buradan götür!"

Ben daha karşı çıkamadan Rae'nin kollarından Seus'unkilere çoktan geçmiştim bile. Neredeyse koşarak eğitim alanından çıkarken Phoiniks'in de yere yığıldığını gördüm. Ona doğru gitmeye çalışsam da Seus da en az Rae kadar güçlüydü. "Mara, lütfen izin ver seni odana götüreyim." İsteseydim onun kollarının arasından gücümü kullanarak çıkabilirdim ama bunu yapamayacak kadar çok korkmuştum. Bu iyi değildi hem de hiç.

Rae'nin sarayının iç avlusuna ulaştığımızda Seus'un korkuyla nefesi kesildi. "Tanrılar."

İç avlu tam bir dehşet sahnesiydi. Hizmetlilerimizin bir kısmı yerde can çekişerek yatarken avluda bulunup da sağ olanlar ise onlardan uzakta birbirine sarılmış ağlayarak bekliyordu.

Tara telaşla sarayın merdivenlerini indiğinde korku dolu surat ifadelerimizle burun buruna geldi. Koyu renk kaşları çatıldı. "Az önce hizmetlim odanın ortasına yığıldı," dedi ve etrafımızda yatmakta olan diğerlerine baktı. "Sanırım öldü," derken fısıldasa da onu duyanların ağlamaları şiddetlendi.

Ellerimle ağzımı kapattım, çığlığımı bastırabilmek için parmaklarımı ısırmak zorunda kaldım. Eğer o hizmetli gerçekten öldüyse diğerleri de ölebilirdi.

Karr ve Phoiniks de ölebilirdi.

Tara bu tepkimi adını bile bilmediğim hizmetlilerimize vermediğimi anlayarak omuzlarımı tutup ona bakmamı sağladı. "Rae iyi mi?"

"O iyi," derken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Ama Phoiniks ve Karr değil."

Tara'nın suratından öyle bir ifade gelip geçti ki sadece bakışlarıyla bile dünyayı yakıp yıkabileceğine emindim. "Karr öldü mü?" diye sorduğunda sesi sakindi ama bir o kadar da ölümcüldü. Ona cevap vermediğimde beni sarstı. "Bana cevap ver Mara, Karr öldü mü?"

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now