1

4.8K 253 158
                                    

❝Swallow me whole with the moon on my back.
One side is pink and the other is black.
I'm good at hiding in the dead and grey.❞

Günümüz, Taehyung.

Hastane yatağımda öylece uzanıyor, açık pencereden koyu gri bulutlarla kaplı gökyüzünü izliyordum.

Annem ve Jisung, birkaç dakika önce hastane kantininden sıcak bir şeyler almak adına odadan ayrılmışlardı. Onlara sürekli kantine gitmelerini, bahçeye inmelerini ya da Tanrı aşkına-sadece eve gitmelerini söyleyip duruyordum çünkü ben gayet iyiydim. Buradaki üçüncü günümdü ve ne kadar bir iç kanamayı yeni atlatmış olsam da iyiydim işte. İnsanların benim yüzümden düzenlerini değiştirmelerinden ya da bir şeylere tahammül etmek zorunda kalmalarından nefret ediyordum. Küçükken de böyle bir çocuktum. Hasta olduğumda bile anneme mahcubiyetimden bunu ona söyleyemez, o beni fark edene kadar yorganların arasında tir tir titrerdim. Şimdi de, her ne kadar en yakın arkadaşım ve annem de olsalar, dezenfektan kokan bu yerde benimle birlikte kendilerini de dört duvar aralarına kapatmaları beni rahatsız ediyordu.

Buna cevapları tabii ki de "Kapa çeneni, Taehyung." falan oluyordu. Huyumu biraz bildiklerinden beş dakikada bir "Eve mi gitseniz siz? Anneciğim, babam özlemiştir. Eve mi gitsen artık? Jisung, işin yok mu oğlum senin? Niye sabah akşam buradasın?" dememi umursamıyorlar, aksine babama da işten çıkınca buraya gelmesini söylüyorlar ve beni çileden çıkarıyorlardı.

Yine de belirtmek isterim ki, çarşaflarının dokusundan tutun da odanın aydınlatmasına kadar her şeyi yabancı hissettiren bu küçük hastane odasında yalnız kalmak o kadar da iyi hissettirmiyordu. İçten içe bu ilgiyi seviyordum. Küçükken de düştüğümde anneme koşmaz ama o, akşam eve vardığımda dizlerimdeki yaraları fark edip öpmeye başlayınca dolu gözlerle beraber kollarımı boynuna dolardım. Şimdi bile her boş vakitlerinde buraya uğrayan arkadaşlarım ve üç gündür doğru düzgün uyumadan yanımda kalan annemle Jisung'a sahip olduğum için mutlu hissediyordum.

Aslına bakarsanız, üç gün öncesinin sabahı hakkında çok bir şey hatırlamıyordum. Jisung'la telefonda konuştuğumu biliyordum. Dikkatli bir şekilde karşıdan karşıya geçmeye çalıştığımı da, ancak o kadar da dikkat etmiyor olmalıyım ki bir arabanın bana çarpmasına sebep olmuştum.

Sonradan bana söylenene göre beni hastaneye yetiştiren bir ambulans değil, yine bu hastanede çalışan ve kaza anında oralarda olan bir doktordu. Kendi doktorlarımın söylediğine göre ise zamanında hastaneye yetiştirilmeseydim iç kanamam geri dönülemez bir noktaya gelecek ve yaşama olasılığım oldukça düşecekti. O doktor beni zamanında buraya getirerek hayatımı kurtarmıştı yani. Yaptığı kahramanlık bana anlatılınca ismini öğrenmiş, ayağa kalkabildiğim ilk gün onu odasında ziyaret edip teşekkür etmeyi aklımın bir kenarına not almıştım.

Ancak o, benden önce davranmış olacak ki annemle arkadaşımın beni odada yalnız bıraktığı bu nadir dakikalarda kapım yavaşça tıklatılmış, "Gir." komutumla beyaz önlüklü bedeni usulca içeri sızmıştı.

Yatağımın dibine kadar adımlarken tek yaptığım onu incelemekti. Onun, beni kurtaran doktor olduğundan emin değildim. Herhangi bir doktor da olabilirdi ama elinde kendi doktorlarımın yaptığı gibi dosya taşımıyor oluşu ve yüzündeki küçük, utangaç gülümseme bana onun, kahraman doktor olduğunu düşündürtmüştü. Yalan yok, onu bu kadar genç ve karizmatik biri olarak da hayal etmemiştim. Aslına bakarsanız, bir doktor olmak için bile fazla genç ve karizmatik görünüyordu. Siyah, ıslak duran kısa saçları alnının iki yanına dökülüyor, biçimli kaşlarını ortaya çıkarıyordu. İnkâr edilemez derecede büyük gözleri, yine büyük ama yüzüne yakışan bir burnu, belirgin bir çene hattı, önlüğünün kol kısımlarını zorlayan kasları ve uzun bir bedeni vardı. Önlüğünün cebine sokmadan önce incelediğim ellerinde küçük dövmeler seçmiştim. Kendimi kaçınılmaz bir şekilde yaşını merak ederken bulduğumda boğazını temizlemiş, "Merhaba." diyerek selamlamıştı beni.

bleeding for youWhere stories live. Discover now