Aklını başına topla, o sofraya birini oturtmak, kalkıp gitmesine izin vermek demek. Birini evine götürmek, ona seni terk etme fırsatı vermek demek.

Unutma, annenin bile arkasını dönüp gidebildiği bir dünyada yaşıyorsun. Pembe bulutlar, şekerden evler yok. Gökyüzü gri, evler betondan ve insanlar da acımasızlıktan oluşuyor.

Sadece saçma bir rüyaydı, Ahu'nun ailesine misafir oldum diye görmüş olmalıydım. Anlam yüklemeye gerek yoktu, çünkü zaten bir anlamı da olamazdı.

Bir anlamı olmasını göze alabilecek kadar, bunu isteyecek kadar delirmemiştim.

"Deriko saçın örmezler," Timuçin'in şarkı söyleyen sesi kulağıma geldiğinde görmese bile göz devirdim. "Seni de bana vermezler," diye devam ederken salondan içeri girdi ve sırıttı. "Ne gülüyorsun Timuçin?"

"Deriko kaşlar kara, deriko gözler ela, hey," diye tamamladığında "Salak, Furkan uyuyordur hala." diyerek uyarmıştım. Kendini koltuğa atarken omuz silkti. "Benim billur sesimle uyanma şerefine nail olur en fazla."

"Ya, ne billur." Kargadan bir tık daha iyi olan sesiyle evde şarkı söylemesine alıştığımdan tepkisiz kalabiliyordum ama Furkan için dehşet verici bir tecrübe olabilirdi. "Hayırdır, sen ağır antrenmanlardan sonra erken kalkar mıydın?"

"Uyandım öyle," dediğimde sehpadaki kahve fincanına baktı. "Sen sabahları kahve de içmezsin, niye uyanınca geri yatmadın?"

"İstiyorsan al bu bedende sen yaşa yavrum, bu ne sorgu sual? Uyuyamadım işte geri, Allah Allah." Timuçin kaşlarını kaldırarak, bir süre bana baktı. "Asabiyet de seziyorum, hayır olsun?"

Ya sabır.

Timuçin gerçekten bazen bunaltıcı bir arkadaş oluyordu. Hakkımda bu kadar fazla şey bilmesi iyi mi kötü mü, böyle zamanlarda gerçekten kararsız kalıyordum. İçtiğim kahveden, uyuduğum uykuya kadar hakimdi ve beni darlama fırsatını asla kaçırmıyordu.

"Gidip yatsam rahat edecek misin?" diye sorduğumda muzip bir sırıtışla "Asla," dedi. Bıkkınlıkla omuzlarımı düşürdüm, Timuçin ise tam bir sabah insanı gibi konuşmaya devam etti. "Ne güzel şarkı değil mi? Gözler ela, kaşlar kara falan," Duraksadı ve "Kaşlar kara pek olmadı gerçi," diyerek koltuğa iyice yayıldı.

"Ne diyorsun Timuçin?"

"Boşver gülüm, vakti var her şeyin." dediğinde delirip delirmediğini sorgulamaya başlamıştım. Hayır, her zaman ayarsızdı da bu sabah iyice dengesi şaşmış gibiydi. "E niye erken uyandın, söylemedin?"

Beni rahat bırakması için "Rüya gördüm," diye kısaca açıkladım. Bir süre sessizlik olduğunda Timuçin "Ee, rüya bana e-tebligat yoluyla mı bildirilecek? Ne gördün oğlum, söylesene?" diye çıkıştı.

"Bizimkileri gördüm işte," dediğimde "Amcanları mı diyorsun?" diye sormuştu. Kafamı olumlu anlamda salladım, Timuçin ise dudaklarını büzdü. "Niye bu rüya uykundan etti seni?"

"Elinin köründen Timuçin," diye söylendiğimde kafasını iki yana salladı. "Senin bu huyunu hiç sevmiyorum Cengiz." Neyden bahsettiğini anlamadığım için sorarcasına suratına baktım. "Anlatıyorsun ama hep eksik. Ben parçaları nasıl tamamlayayım gülüm? Üniversite sınavında paragrafları bile doğru tamamlayamamıştım."

"Başıma bir de rüya yorumcusu kesildin," dediğimde parmaklarını havaya kaldırarak, bana gösterdi. "On parmağımda on marifet ama bu maalesef yok."

"Yazık olmuş," diye alay ettiğimde beni umursamayarak ayağa kalktı ve "Senin ağzından laf alacağıma gider hazine avına çıkarım, gömü bulmam bile daha yüksek ihtimal. Bu yüzden kahve yapacağım, bir bardak daha ister misin?" diye sordu. Boş fincanı ona uzatırken "Yok, sağ ol." diyerek reddetmiştim.

Ahu ile CengizWhere stories live. Discover now