bölüm 2; have violent ends

218 21 86
                                    

Üç gün geçmişti. Fizyoterapi, onlarca içtiği ilaç ve sayamayacağı kadar saatler uykuyla geçirdiği üç gün. Haberler hala aynıydı, fakat ikisinin ki akşamüstü haberlerinde daha çok çıkmaya başlamıştı. Televizyonda ne zaman haberlerini görse kendi fotoğrafının çekildiği tarihi hatırlıyordu. Öğretmenlik için başvurduğu zamanlardandı. Freddy Lounds'ın kendi sitesindeki haberde ise Baltimore Hastanesi'nden kalma, bizzat kendisinin çektiği, maskeyle olan bir fotoğrafı vardı. Hannibal'ın fotoğrafı ise hep aynıydı. İkisinin maskeyle olan fotoğraflarını yan yana ilk kez görüyordu. Kabul etmeliydi ki, Freddy haberi hazırlarken iyi, net bir iş çıkarmıştı. Ana haberlerdeki gibi Will'e karşı nötr değildi lakin. Hannibal ile kendi isteğiyle kaçtığını yazmıştı. Yalan olduğunu dile getiremezdi, fakat tam olarak doğru da sayılmazdı. Televizyondaki haberlerin Will'e karşı bir şey söylememelerindeki nedenin Jack olup olmadığını merak ediyordu. Hala peşlerinden geliyor muydu? Hannibal'ın uçurum evini bulmaya ne kadar yakındılar? Eğer bulurlarsa Dolarhyde'ın ölümünün net bir şekilde ikisinin elinden çıktığı anlaşılır mıydı?

"Will." Chiyoh'un sesiyle bakışlarını kaldırıp, elindeki hapları aldı ve boğazından aşağıya doğru rahatça kayması için başını kaldırdı. Hap içmek günden güne zorlanıyordu. Dilinin enfeksiyon kapmadığını söylemişti Hannibal fakat iki gün önce dilindeki kesik kötüleşmiş ve damağını yara yapmıştı. Yemek yiyemiyor, neredeyse konuşamıyordu. Su içerken bile zorlanırken, günden güne sinirleri de daha çok bozuluyordu.

Hannibal'dan hiçbir ses yoktu. Chiyoh, ilk fırsatta onlarla iletişime geçeceğini söylemiş olmasına rağmen hiçbir şey yoktu. Tüm gününü elinde telefonla beklememek için ayrı bir çaba sarf etmesi gerekiyordu. Umursamıyormuş gibi yaparak uyuyor, televizyon izliyor ve kitap okuyordu. Chiyoh'un sahip olduğu tüm kitapların beşten fazla olmadığını gördüğünde elinden geldiğince yavaş okumaya çalışıyordu. Fakat günler sanki saatlermiş gibi akıp gidiyordu. Bir o kadar da yavaş akıyor, günün her saati aklını kurcalıyordu düşünceleri.

Hannibal gittiğinden beri bir hafta olmuştu. Beklenmedik bir anda gördü onu. En son görmeyi beklediği kişiydi. Sabahın ışıklarıyla yüzü aydınlanırken Will tüm morfinlerden ve aldığı yanı sıra ilaçlardan halsiz ve bir bakıma kafası iyi olmasa, çığlık atabileceğinden korktu. Yataktan doğrulurken yanı başındaki sandalyede oturan silüete baktı.

Güneş yavaş yavaş aydınlatırken etrafı Will "Abigail?" dedi. Belkide konuştuğunu sandı. Kendi kafasındaydı sonuçta. Dudaklarını kıpırdatıp kıpırdatmadığından emin değildi ama, acıyı hissetmiyordu.

"Bana ihtiyacın varmış gibi duruyor," gülümsedi yavaşça. Boynuna sarılı açık gri bir fuları vardı. Gözleri hayat dolu duruyordu. Gülümsemesi içtendi, Will'in ona karşı daha önce böyle içten gülümsediğini hiç görmemiş, ya da hiç hayal etmemişti.

"Ne yapacağımdan emin değilim."

Abigail ona hüzünle bakarken Will kendini daha da yorgun hissetmeye başladı. "Ne yapacağından mı, yoksa ne hissedeceğinden mi?"

"Ne hissettiğimi biliyorum," dedi hızla duygusuz olduğunu sandığı bir tonda.

"Gerçekten mi?" Will cevap vermeyip gözlerini ondan çekince Abigail alaycı bir tavırla güldü. "Will kendine yalan söyleyip, yine kendinle kavga ediyorsun farkındasındır umarım."

Will gözlerine baktı geri. Bitkin çıkan sesiyle "Bitti sanmıştım," dedi. "Her şey bittiği için memnundum. Ölümün kollarındaydım, ona sarılıyordum. Tek yapması gereken onun da bana geri sarılmasıydı."

"Hayır, Hannibal'ın kollarındaydın."

"Aynı şey."

Abigail'in uzunca bir süre onu incelediğini gördü belli belirsiz. Gözleri hala ışığa alışamamıştı, yarı uyanık yarı uyur vaziyetteyken odaklanmak ise zordu.

divine punishment | hannigramHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin