3. Gün: 19 Eylül Cuma, Part 1

15 1 0
                                    

Sabah,

Sabahın o buz gibi dondurucu soğuğunda, tepede kendini gösteren güneş azda olsa içleri ısıtmaya yetiyordu. Şöminede yanan meşe odunun çatırtısı huzur doluydu.

Ki bu bir emek uğruna akşam evlerine eli boş dönmek istemeyen bir kaç kişi için geçerli bir kelime değildi.
Paris'in buz gibi akan Sen Nehri kıyısında soğuğa aldırmadan ard arda dizilmiş birkaç balıkçı, oltalarını atmış, uzun bir bekleyiş içerisindeydiler.
Kimileri şanslarına bir kova dolusu balıkla dönerken, kimiside bir tane dahi tutamıyordu. İşte hayat bir sıfır önde başlamıştı bu santranç maçına.

Şimdi siz bu hikâyeyi, yoksul bir yaşam geçiren Jean Valjean'in ikinci serisi olarak düşünüyor olabilirsiniz, ama bu hikâye düşündüğünüzden daha başka.

Nehrin karşı yakasında, beş katlı apartmanın; 34 numaralı dairesinde, ailesi ile birlikte yaşayan 21 yaşında ki Carrié Mortimer'ın yüzünde güller açıyordu.

"Niye kendi kendine gülüyorsun?" diye sordu kendinden bir yaş büyük olan ağabeyi; önündeki çaydan bir yudum alırken alayla sözlerine devam etti.
"Delirdin mi yoksa?"

Carrié tabakta ki sıcacık enfes kokan kreplerine daha dokunmamıştı bile, elinde tuttuğu telefondan başını çevirerek, ağabeyine dil çıkardı.
"Anne! Liam'a birşey söyler misin? Yine benimle uğraşıyor!"
Bayan Mortimer elinde tepsiye yemek odasına girdiğinde, bir kaç gün önce atlattığı hastalığının izlerinden hiçbir eser yoktu.

"Kavga etmeyin artık, dört yaşındaki çocuklar gibisiniz!" dedi elindeki tepsiyi masaya koyarken, kendine bir sandalye çekti.

Liam açıklama yaparcasına konuşmasını sürdürürken,
bir yandan da tabakta son kalan krebi ağzına götürdü.
"Deli gibi karşımda sırıtıp duruyor."

"Anne, şuna birşey söyle yoksa kötü olacak."

"Kötü olacakmış. Ne yapacaksın!" diye devam etti Liam. Kardeşinin elinde ki telefonu kaptığı gibi koşarak odadan çıktı.
"Hadi yakalada görelim."

"Liam, çabuk telefonumu geri ver!"
Carrié abisinin arkasından odadan çıkarken yaşlı kadın arkalarından bağırsada, artık çok geçti.
"Çocuklar, şimdi birinize birşey olacak, koşmayın!"

Bir kaç dakika sonra genç kız elinde telefonla tekrar yemek odasına girdiğinde Bayan Mortimer merakla sordu.

"Seni bu kadar sevindiren ne?", bir yandan da tepsideki keki dilimliyordu.
Carrié heyecanla cevapladı.
"Bugün ünlü moda tasarımcısı Charles Pilsnerfeld'ın defilesi var. Bunun için iki aydır bekliyorum ve sonunda o gün geldi!"

"Benden izin aldın mı peki?"

Bu genç kızın aklına gelmemişti bile, heyecandan unutmuştu.
"Hayır..." diye yanıtladı yüzünü buruşturarak, "...ama izin vereceksin değil mi?" diye sordu.

"Düşünmem lazım."
Kekleri servis tabağına koyan Bayan Mortimer masadan kalkarak mutfağa doğru ilerledi.
Carrié'de onun arkasıdan geliyordu. "Lütfeen..."

Yaşlı kadının başının ağrısı tam anlamıyla geçmemişti.
"Tamam! Tamam! Yeterki kulağımın dibinde bağırıp durma!"
Carrié sevinçle annesine sarıldı. Birkaç kez yanağından öptü. Bayan Mortimer sözlerine devam etti.

"Ama bir şartla, Liam'da..."

Carrié onun sözünü kesti. Çünkü cümlenin sonunun nereye gittiğini o da gayet iyi biliyordu.
"Hayır gelemez." diye çıkıştı.
Bayan Mortimer sonunda kızının elinden kurtulmayı başardığında, yemek odasına doğru ilerledi.
"O zaman gitmeyi unut."

Şah MatKde žijí příběhy. Začni objevovat