Soğudum... Ama kendimden Donsuz.

"Hak..." diye tekrar edeceğim söz boğazımdaki yumru yüzünden yarım kalınca sol elimle ovdum yine yanık göğsümü arkamdaki beden beni daha sıkı sararken.

Yalvarır gibi "Donsuz." dedim tüm acımla. İsmini alamadım çirkin ağzıma.

Belime sarılı eli yavaşça yana kayıp yanda savrulan elimi tuttuğunda "Öldü o da." dedim ağzımdan istemsiz kaçan hıçkırıkla.

"Bebek gibi öldü o da!" dedim isyanımı fark eden tek insan olduğu için ona haykırarak.

"Öldü iki can..."

Parmakları elimi okşar gibi yavaşça elime sürtünüp titreyen elini benim parmaklarıma dolayınca "Öldürdüm ben." dedim kabullenmek için.

O an sıktı tuttuğu elimi "Şşhh." diyerek 'sakin ol' der gibi. Sesi bile titriyordu.

Seninde yanıyordu canın oysa ben can'sızım.

Bu sesteki titreyişi onun burun çekişi takip edince ağladığını anlayıp "Ağlama bana." diye isyan ettim. Cevabım bir hıçkırık olmuştu.

"Yeter ağlama!" derken külçe gibi bıraktım bedenimi yere. Kendimi de düşüncelerimi de taşıyamıyordum.

"Ağl--"

Nefessiz kaldığım için poşeti öne çekip nefeslenirken benimle birlikte yere çöken adamın göğsüne yasladım bedenimi ağlayarak.

"Yıllar önce... o bebek de düştü elimden ateşe---" deyip beni göğsüne iyice yerleştirmek için pozisyonunu düzelten adamı bekledim yutkunarak. Kolları tekrar beni sarınca hissettiğim yoğun acıyla iyice yaslandım ona. Acım terazi olmuş da bir kefesi ona kaymış gibi hissettim sanki o anda.

O an susmak... Susmak ve kulağımın denk geldiği kalbinin ritmi ile mayışmak istedim konuşmak yerine.

Nasıl bu kadar hızlı atabilirdi bir kalp?

O düzensiz ritmi daha iyi hissedebilmek için gözümden yaşlar akarken biraz daha çevirdim başımı ona ve iyice denk düşürdüm kulağımı o güzel kalbe.

Benim dilim lal, aklım âmâ, kalbim sagîrdi sana bunca zaman..

/*lal: dili tutulmuş,
*âmâ: kör,
sagîr: küçük, ufak/

Onun göğsü küçük hıçkırıklar ile sarsılsa da o ritimle durulan yaşlarıma şaşıp kaldım. Dağdağasızdı zihnimin içi şu an.

[Dağdağasız: gürültüsüz patırtısız, sessiz.]

Titrekçe "Donsuz." dedim.

İç çekerek "Hmm?" dediğinde çatlak bir sesle "Sustu." dedim poşeti yüzümden yine uzaklaştırıp.

O bebeğin sesi yoktu artık kulaklarımda.

Bu kalbin sesi bastırmıştı diğer tüm sesleri...

Beni saran kollarını etrafıma daha çok sarıp fısıltıyla "Yağızım." dediğinde bulanık zihnim algıladı bu sefer sıcacık sesini.

Pencerede bakıştığım, düğünde açıklama yaptığım adamdı bu.

Onun göğsü sarsılmayı yavaş yavaş bırakırken ve ben burun çekişlerimle ona eşlik ederken elimde olmadan yavaş yavaş kapandı gözlerim. Uykum gelmişti. Hani bebeği beşiğe koyup sallardınız da gözleri giderek uykuya dalardı ya, bendeki de o hesaptı.

Bir çift kol nasıl bu kadar iyi gelebilirdi insana?

Zihnim yavaştan kapanırken başımdan çekilen poşetle gözlerimi açmaksızın beni saran kolların sıcaklığına daha çok sığındım, yüzüm terlemişti. Vücudum ise sıcacıktı.

Serin hava yüzümdeki teri kuruturken bir anda uçurtmalarla dolu bir arazide gördüm kendimi. Zihnimin içinde şimşek çakıp  canımı yaksa da kendimi sıkıp sımsıkı yumdum gözlerimi.

"Niye ağlıyorsun sen bu kadar çocuk?"

Görüntü flu olsa da sesli ağlayışı ve burnunu çekerek titrek bir sesle "Uçurtmam uçmuyor ki havalara." deyişi gayet netti çocuksu sesin.

Ben "Uçurtmanın kalbi kırılmış ondan havalara uçmuyor bence Kınalı Yapıncak." derken netleşen görüntü yeşili ışıl ışıl olan bir çift göz olmuştu. Göz bebekleri yaşlarla parlarken bile gülümser gibiydi.

"Çok tatlısın Kınalı Yapıncak. Ağlamak yakışıyor mu?"

Zihnim boz bulanık olsa da bana sarılı bir çift kolun sıcaklığı ile canım önceki kadar çok acımadan zihnimi devamı için zorladım. Yumruklarımı da gözlerimi de sımsıkı yumdum görüntü tamamen netleşsin diye.

.
.
.

"Kınalı Yapıncak, onardık kalbini."

Bu sefer netleşen şey biçimli dudakları, estetikliymiş gibi duran burnu olmuş ve "Hadi gel." diyerek uzatmıştım elimi ona.

"Kardeşlerin kızmaz mı benle uçurmana?"

"Biz gönül tamir etmeye bakalım Kınalı Yapıncak?" derken uzatılan eli de görmüştüm.

Uçurtma ipini ikimizin de eline dolayarak "Koooş!" dediğimde güzel gülüşü doldurdu önce kulaklarımı. Sonra da...

Bir bebeği andıran güzel yüzünün hepsi ve ışıltısıyla can alan, rüzgarda savrulan kızıl saçları çıktı meydana. Netti her şey şimdi. Havada süzülen uçurtmamız kadar hemde.

Gülmüştü ve gülmüştüm...

Coşmuştu ve coşmuştum şen çocuklar gibi...

"Hatırlıyorum." dedim güçsüzce. Dudaklarım kıpırdamış mıydı emin değildim.

"Uçurtma..." deyip kesik bir nefes aldım.

Beni tutan beden kasılsa da "Uçurduk." deyip sustum.

"Hıhım." dedi ağlak bir sesle.

"Beni seviyor musun?"

"Hıhım."

"On dört yıl mı?"

"Hıhım."

"Neden?"

'Hıhım' demesini beklerken duyduğum hıçkırık sesiyle "Özür dilerim." dedim ruhsuzca lakin hareket dahi edemedim.

O ağladı, yüreğimi dağladı ama kıpırtısızca durdum.

Çok sonra ben yine "Özür dilerim." dediğimde beni saran kolları gevşedi ve yavaş yavaş bıraktı beni iç çekerek.

Onun adım sesleri  hızla uzaklaşırken ben öylece aydınlanmakta olan göğe baktım. Göğsüm şimdi daha çok sancımıştı.

Benim canımı acıtan şey Donsuzdu. Varlığı ile beni bendeylemişti, anlamıştım ama kıpırdayamamıştım.

/Bendeylemek: etkisi altına almak./

Kafamda cevapsız bir soru vardı: Donsuz kalbime ihtiyaç mıydı yoksa ben ona muhtaç mıydım?

Kafamın içindeki karmaşaya tekrar bir bebek ağlaması eklenince dizlerimi kendime çekip kafamı o dizlere koydum ve sesli sesli ağlamaya başladım.

Lakin dakikalar sonra ağlayışım iç çekişe dönüşürken tekrar bir ayak sesi duyacak ve ışık hızında dönecektim arkamı.

°°°

🚨Gelecek bölüm mutlu olacaksınız lakin Murat'ın iç karmaşasını biraz hissedin istedim. Araz aklına bile gelmedi... Yani şimdilik :)

🚒Olmuş muydu bölüm?

🏳️‍🌈HaRuu

🚒YANGIN VAR! [BXB] Where stories live. Discover now