15. Bölüm - Kaderin Planı

En başından başla
                                    

Xiao Zhan Yibo'nun, düşmanının varlığından güç alarak dosdoğru durmuş ve titreyeceğini sandığı fakat konuştuğunda okyanuslar kadar sakin çıkan sesiyle buyurmuştu: "Gidelim."

Her sene aynı zamanda yapılan bu şenlikler ise, Xiao Zhan'ın yokluğundan dolayı ertelenmişti. Çin'deki evine varışından bir ay sonra annesinin sağlığına kavuştuğunu ve Iraz Devleti'ne birlikte döneceklerini, şenlik hazırlıklarının devam edebileceğini yazan bir mektup göndermesiyle şehir yeniden ışıklara ve heyecana bürünmeye başlamıştı.

Öyle ki, birine göre Zhan'ın gidişiyle birden grileşen şehir, geleceği haberiyle yeniden renklere boyanmıştı.

İşte şimdi, şenlik için insanlar haftalardır uğraşıyor, dost ülkelerin hakanları ve halkları da şenliğe birer birer davet ediliyordu.

Başlarda büsbütün yabancısı olduğu bu yerler, sarayı çevreleyen ağaçlar, yere düşen kozalakları toplayıp annelerine buket yapıp götüren çocuklar ve ormandan uğultuları duyulan kurtlar bile şimdi Zhan'ın aşina olduğu şeylerdi.

Hafif bir esinti bedenine ulaştığında ellerini ceplerine yerleştirdi. Parmakları, şifacıdan aldığı günden bu yana cebindeki yerini koruyan ve yanına Çin'den getirdiği bir yenisi eklenen kremsi karışımlarla dolu cam şişeleri bulduğunda ılık geceye nefesini bıraktı.

Yibo'ya bu şişeleri vermek için doğru fırsatı bir türlü bulamamıştı. Ülkeye geldiği gibi onun yanına gitmiş, fakat birbirlerine sessizce bakıp durmaktan başka bir şey yapmamışlardı.

Yibo hep bir şeylerle uğraşıyor, hatta bazen çadırlara eşya taşıyordu. Bir kağan neden şenlik hazırlıklarıyla bu kadar ilgilenirdi ki? Görevlendirebileceği yüzlerce insan vardı. Bu şenliği, hayır, bir şenliği bu kadar özel kılan ne olabilirdi? Kendi ülkesindeki herhangi önemli bir kutlamanın hazırlığında dahi babası odasından dışarı adımını atmazdı. Genelinin de böyle olduğunu düşünüyordu.

Yemek yemek için dahi Yibo'yu görme fırsatı elde edememişti. Çareyi, en sonunda, hazırlıklarda ona yardım etmekte bulmuştu. Onu görmek istemesinin sebebi elbette kremleri ona vermekti ve artık görüyordu da. Fakat yine de çevreleri hep bu kadar kalabalık mıydı, sorgulamadan edemiyordu. Yalnız kalamıyorlardı, kaldıklarında ise tuhaf bir sessizlik ikisini de esir alıyordu. Diğerleri gibi rahatsız edici değil, tanıdık ve huzur veren bir sessizlik. Uzadıkça insana yaşadığını hissettiren, aynaya bakana kadar kim olduğunu unutturan bir sessizlik.

Gecenin ince gürültüsüne eşlik eden kısık sesli konuşmalar, mutfaktan gelen tabak sesleri, çocukların kahkahaları kulağını okşadı. Annesi onların dairesinden bir koridor uzakta bir odadaydı. Dinleniyor ve kendisiyle çok iyi ilgileniliyordu. Bir aile, bir halk, bir devlet...bir yuvada olması gereken her şey gözlerinin tam önündeydi.

Ama ondan beklenen ve onun da hayatı boyunca istediği, şu an içinde olduğu bu yuvayı yıkmak olmuştu. Burayı, Çin'den, Çin'deki evinden farklı yapan neydi?

Aynı kanı paylaşmamaları mı? Farklı yerlerde doğmuş olmaları mı?

Babasının ordusundaki en katı komutanlardan eğitim almıştı. Onlardan birinin dediklerini anımsadı. "Sizler askersiniz. Sorgulamayacaksınız. Asker sorgularsa devlet yıkılır. Devlet yıkılırsa ülke yakılır."

Histerik bir gülümseme dudaklarını sardı. Oysa babası da bir askerdi ama o sorgulardı. Her şeyi. Annesini görmeye gittiğinde de, onunla vakit geçirmesine fırsat dahi vermeden Zhan'ı Iraz Devleti'yle ilgili sorguya çekmişti.

"Şenlik zamanlarında ilk darbeyi vursak, en zayıf anlarında onları yakalayarak avantaj elde etmiş oluruz," demişti. "Biraz hızlanmalıyız, Xiao Zhan." Oğlum, değil.

"İntikam zaman alır." Demişti Zhan.

İmparator şüphesiz bunu biliyordu fakat korkuyordu. Zamanın oğlunu almasından korkuyordu. Uzun bir sessizliğin sonunda sadece başını sallayarak Zhan'ın odadan çıkmasına izin vermişti.

Zhan'ın düşünceleri, çakıl taşlarıyla dolu yoldan gelen adım sesleri üzerine bölündü. Görmese de gelenin kim olduğunu biliyordu. Adım sesleri balkonun yakınlarında kesildi.

"Xiao-ge!"

Zhan gülümsedi. "Atılay-di."

Şenlik için hazırlık yaptıkları süreç, onun, Yibo'nun arkadaşlarıyla ve çevresiyle olan iletişimini arttırmış, yakınlaşmalarına sebep olmuştu. Kendisinden küçük olduğunu öğrendiğinde Atılay'ı ona 'ge' demesi için zorlamış, Atılay başta karşı çıksa da malum birinin emreden bakışları altında bu hitabı kullanmayı kabul etmişti.

Atılay üç kat yukarıdaki kendisine hiç zorlanma belirtisi göstermeden bir şey fırlattığında anlık bir refleksle o 'şeyi' yakaladı.

"Odaya gidince bunu Yibo'ya verirsin, otağda unutmuş."

Onay vermesini beklemeden giden adamın ardından şaşkınlıkla baktı. Elinde sararmış yapraklarla ve iplerle sarılmış, birden fazla sayfası olan bir defter vardı. Üzerinde ise Yibo'nun adı yazıyordu.


-

Elli bin yıl ortadan kaybolup sonra birden çıkıp geçiş bölümleri salıp gidiyorum:(( gerrrçekten çok özür dilerim. İnanılmaz yoğundum, çalışmadığım zamanlarda da sadece uyuyabiliyordum. Tekrar bissürü özür diler, sabırla bölüm bekleyen her birinizi sevgiyle kucaklar ve okuyan gözlerinizden öperimmm!!! Çok teşekkürler<3<3

Dua edin de çok fazla ve çok güzel bisssssürü bölüm yazim:(

CasusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin