"Her gece ağlıyorsun."dedi Olivia fincanı elinde tutmayı sonunda kestiğinde. Hiç uzatmadan konuya girmişti ve heyecanlandı. Fincanı usulca masaya bıraktı, kızın titreyen göz bebeklerine baktı. Bilge'nin gülüşü yüzünde donunca sıkıntıyla iç geçirdi. "Sebebi ne? Ailen mi?"

Bilge yutkundu. Dört buçuk ay geçmişti ama acısı hala dün gibiydi. Bu dönemde yaşadığı her zorlukta ailesi aklına düşerdi. Elektriğe ihtiyaç duyduğu her anda ya da gözleri yollarda modern araba aradığında, salonlarda televizyon sesi duymayı beklediğinde, soğuk su için buzdolabı aradığında...
Gözleri doldu tekrar. Fakat hiç bozuntuya vermedi ve solmuş yüzünü yeniden güldürmeye çalıştı. "Evet."dedi zor bela. "Onları özlüyorum."

Olivia karşısındaki kızın değişen yüz ifadesiyle ne yapacağını bilemedi, midesine kramp girdi, terlemeye başladı ama tüm bunlar sorusunu sormayı engellepmedi.

"Onlara ne oldu?"dedi. Sesinde bir merak vardı evet fakat bu merak hiç de ailesi için gibi gelmiyordu kulağa, aksine Bilge için endişeleniyor gibiydi.
Olivia gerçekten de endişeleniyordu. Bu kadar ağlarsa bir gün hasta olmasından korkuyordu, Lord'un sinirini bozmasından ya da mutsuzluğunun baki kalmasından.

Bilge kafasını kaldırıp kısa bir an yukarı baktı ve derin derin nefesler almaya çalıştı. "Pekala, anlatalım bakalım. Belki de iyi gelir, içimdeki zehri söker atar."dedi Türkçe.
Olivia ne dedi anlamadı ama sorgulamadı.

Sadece bekledi.

Bekledi.

Ve genç kız tekrar ona baktığında daha da bir heyecanlandı.

"Öldüler,"diye fısıldadı Bilge. Sesi titremişti ama gülümsemeye çalışıyordu. Gözünden bir damla yaş akınca akan damlayı saklamak istercesine hızla yanağını sildi ve devam etti.
"Benim büyük bir ailem yoktu. Annem ve babam vardı sadece. Bir çok arkadaşım vardı evet ama kan bağım olan diğer insanları tanımıyordum. Babaannem ve dedem ben altı yaşında vefat etmişlerdi. Babam tek çocuk. Annem ise İngiliz olmasına rağmen bir kere İngiltere'ye beraber gittiğimizi bilmem. Annemin ailesinden kimseyi tanımadım. Onlar benim her şeyimdi. Canımdı, kanımdı. Ve benim bu küçük ailem gözlerimin önünde öylece katledildi, Olivia teyze. Kim yaptı, neden öldüler bilmiyorum. Tek bildiğim artık olmamaları."

Gözünden bir damla yaş daha aktı. "Ben aileme çok düşkündüm."dedi titrek bir nefes alarak. Büyük bir ağlama krizine girmemek için çabalıyordu. "Babamın o kanlar içinde sırf ben korkmayayım diye gülen yüzünü unutamıyorum, annemin beyaz gömleğinin kandan görünmeyişini de. Bir dolunay gecesi oldu tüm bu olaylar, o günden sonra dolunayları gökyüzüne bakmaya korkar oldum. O gün yağmur yağıyordu. Her gece ağlıyorum çünkü bu ülkede yağmayı kesmeyen yağmur bile bana onların ölümünü hatırlatıyor."

Elleriyle yanaklarını silip gözlerine yel yaptıktan sonra başarmasa da tekrar gülümsemeye çalıştı. "Sebebi bu."dedi.

Olivia karşısındaki kızın ağzından çıkan her kelimede kalbinin sıkıştığını hissetti. "Ah benim güzel kızım,"diyerek oturduğu yerden bir hışımla kalktı ve kollarını açarak Bilge'nin tarafına geçti. Ona hızla sarıldığında gözleri dolmuştu. "Affet beni,"dedi hüzünle. "Sana bunu anlattırmama-" fakat Bilge tamamlamasına izin vermedi, sarılmasına karşılık vererek"Hayır Olivia teyze."dedi. Burnunu çekti. "Anlattırmalıydın."tekrar burnunu çekti. "Artık içimde beni boğan bir düğüm yok oldu. Diğerlerinin de yok olması dileğiyle..."

**

"Andrew,"Bilge bu ismi son bir ay içinde söylemeye alışmıştı fakat içinin titremesini engelleyemedi. Yutkundu. Çalışma odasında işleri ile ilgileniyordu adam, bir sürü belge ve kağıt arasına gömülmüş gözlerinden yorgunluğu belli oluyordu. Andrew, kafasını kaldırıp kapının önünde bekleyen kıza baktı ve gülümsedi. "Efendim?"dedi ve eliyle koltuğu gösterdi. "Lütfen gel, otur."

Taş yürekWhere stories live. Discover now