2.BÖLÜM: Saraya İlk Adım

Start from the beginning
                                    

İçeriye doğru yürümeye devam ediyordum ki kadın yeniden kolumu kavradı. Bu sefer daha sıkı.

"Senin gibi fahişe kadından doğma bir zavallı benimle böyle konuşamaz!" Sakin kal, sakin kal. "Sen bu saraya değil, domuz çamurluğuna layıksın." Ya da vazgeçtim. Çiğ çiğ ye onu.

Öyle bir güçle kolumu elinden kurtarıp yanağına okkalı bir tokat savurdum ki, kadının yüzü yana düştü. Fakat durmadım. Ensesindeki saçlarından kavrayıp yüzünü kendime iyice yaklaştırdım.

"Bu izi görüyor musun?" Boştaki elimle boynumun solunda, çenemin altında kalan beşgen biçimdeki doğum izini gösterdim. Gözleri gördüğü leke karşısında şaşkınlıkla büyüdü. "Bu iz senin kralın, Kral Lui'nin bana mirası." Ensesindeki parmaklarımı daha çok sıktım. Yüzünü acıyla buruşturdu. "Burada bir zavallı varsa o da sensin. Sen kimin nesi olduğu belli olmayan bir köle parçasısın." Hırsla kafasını iterek elimi ensesindeki saçlarından çektim. "Şimdi çekil ayağımın altından pis böcek. Alacağım bir ünvan ve sana memnuniyetle zehir edeceğim günler var."

Hiçbir şey olmamış gibi elbisemin üst bölgesine ellerimi yaslayıp aşağı doğru elimle ütüledim. Ve duruşumu yeniden dikleştirerek hakkım olan sarayın içine doğru adımımı attım.

Sarayın gösterişi beni büyüledi. Hatırladığımdan da büyüktü. Uzun koridor boyu duvarlar çerçevesi altından olan tablolar ve aynalarla donatılmıştı. Kendi aksimi görünce duraksadım. Karşımda gördüğüm kişi sanki ben değildim. Yıllarca sefil köylü kızını görmemek için aynalardan kaçmış ben şimdi karşımda ayakları yere sağlam basan bir kız görüyordum. İlk kez şimdi vardım güzelliğimin farkına. Suretim ne kadar da hoştu. Koyu saçlarım halkın çoğundan ve saraylılardan farklıydı. Genelde burada kadınlar sarışındı veyahut safranla saçlarını boyayıp yine sarıyı elde ediyorlardı. Göçmen olan annemden almıştım koyu saçlarımı.

Kendimi seyre öylesine dalmıştım ki yansımada gördüğüm silüetle irkilerek arkamı döndüm.

"Bayan Beatrice." Karşımda omuzlarına kadar inen kumral saçlarıyla yirmilerinde bir delikanlı olduğunu gördüm. Giyimi bir hizmetliden iyi, yüksek bir makamlı soyludan aşağıydı. "Umarım sizi korkutmamışımdır."

Kaşlarımı çatarak yeşil gözlerine diktim gözlerimi. Başını hafifçe eğmişti. Bu sarayda yaşayan birinden böylesine saygı göstergesi görmeyi düşünmemiştim.

"Kimsiniz?"

Dudaklarına içten bir gülümseme kondurdu. "Percival, Woodshed Kontu."

Samimiyetinden emin olamadım. Bu yüzden ona düz düz bakmaya devam ettim. "Bir konta göre oldukça gençsiniz. Bu şaşırtıcı."

Başını salladı. "Evet efendim, yirmi altı yaşındayım."

Peki neden saraydaydı? Bunu ona sormadım. Kabalık etmek istemiyordum. Zaten onun aksine soğuk yüzümle yeteri kadar kaba davranıyordum.

"Kral Lui ile görüşebilir miyim? Müsait mi?"

Eğmiş olduğu başını kaldırarak gözlerimin tam içine baktı. Bir cevher gibi parlıyordu gözleri. Oldukça zeki biri olduğunu anlamam için gözlerine bakmam yeterliydi.

"Babanız hazırlıklarla ilgileniyor. Size Kraliçe Elenor'un yanına kadar eşlik etmek için görevlendirildim."

O kadınla konuşmak mecburiyetinde kalacağımı biliyordum fakat yalnız başıma karşısına çıkacağımı düşünmemiştim. Hadi ama baba, nerelerdesin?

"Gidelim o halde," diye mırıldandım tedirginliğimi üstümden atmak istercesine. Kurtuluşum yoktu. Kraliçeyle görüşmem gerekiyordu. Babamın emrine boyun eğdim. O en iyisini bilirdi.

GAYRİMEŞRU PRENSESWhere stories live. Discover now